AHMED HULÛSİ’DE
KAVRAMLAR
P
AV.
ASUMAN BAYRAKÇI
Yayınlarımızın Telif
Hakkı Yoktur. Sitemizdeki tüm bilgiler, Hz. MUHAMMED'in (aleyhisselâm)
bildirip açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edilenin
hakikatinin ne olduğunun öğrenilmesi ve "DİN" denilen yaşam
sisteminin bu vizyonla değerlendirilebilmesi için,
tüm insanlarla karşılıksız paylaşılmak üzere hazırlanmıştır. Tüm
yayınlarımızı ücresiz okur; dinler, bilgisayarınıza
indirebilir, çoğaltabilir; YAZAR ve KAYNAK BELİRTMEK ŞARTIYLA her
yoldan bütün çevrenizle paylaşabilirsiniz. Allah ilmine karşılık alınmaz.
Prensibimiz maddî ya da manevî karşılıksız paylaşımdır. |
FİHRİST
Perisperi (Ruhu Hayvani)
Peygamber!
Yapısı
henüz bugünkü ilmin tesbit edemediği
dalgalardan oluşmuştur... Ancak bu sahada
vazifeli olanların bir süre çalışması
sonucu, perisperinin, yani dalga bedenin
yapısını tesbit etmeleri hiç de güç olmayacaktır...
"insandaki dalga bedenle" aynı özelliklere sahiptir...Ayrıca, beden gibi, birşeye
bürünmüş değildir; bedenin fonksiyonlarını da perisperi yüklenmektedir.
hf
Kur’ân-ı Kerîm’i doğru anlamak ve değerlendirebilmek
istiyorsak, öncelikle Orada kullanılan kelimeleri olduğu gibi almak ve
ilgili yerlerde oradaki orijinal kelimeleri kullanmak mecburiyetindeyiz.
Kur’ân tefsir
veya meâllerini okurken, öncelikle şuna dikkat ediniz
lûtfen...
Eğer bir Kur’ân meâlinde “Allah” kelimesinin
geçtiği yerde “TANRI”
kelimesi kullanılmışsa; “Rasûl” veya “Nebi” kelimesi orijinalinde mevcutken bu “peygamber” diye tercüme edilmişse;
kesinlikle biliniz ki, bu meâl
sizi Kurân’da işaret edilen hakikatlara
ve sırlara erdirecek bir çeviri
değildir!...
Böyle bir meâl ile asla, Hz. Muhammed
Mustafa Aleyhisselâm’ın bizlere
verdiği mesajı anlamamız mümkün olmayacaktır... O çeviriyi yapan, O kitaptan daha bir şey
anlamamıştır ki, bize çevirisinden hayır gelsin!.
Çeşitli yayınlarımızda “Tanrı”
kelimesinin anlamının, “Allah”
kelimesinin işaret ettiği anlam ile
hiç bir ilgisi
olmadığını; bu “tanrı” kelimesinin insanlara “göktanrı”
dinini çağrıştırdığını açıklamaya çalışmıştık...
Bu gün
de “PEYGAMBER” kelimesini Kur’ân çevirilerinde
kullanmanın yanlışlığına dikkati çekmek istiyorum...
Bilmeliyiz ki, Kurân’da
kullanılan her kelime, çok özel bir
seçimle ve çok kapsamlı ve
derinlikli anlamlar ihtiva etmesi dolayısıyla
kullanılmıştır...
“Peygamber”
kelimesi İranlıların konuştuğu Farsça kökenli bir kelimedir;
Perslerin “tanrı”
anlayışıyla beraber kullanageldikleri çok eski bir kelimedir...
Bu kelime Farsçada, Kur’ân ‘da
geçen hem “Nebi” hem
de “Rasûl” kelimeleri
yerine kullanılmaktadır. Dilimizde de böyle kullanılmaktadır.
“Tanrının
elçisi” = ”peygamber” anlamında olarak kullanılan bir kelimedir bu
kelime..
Uzaydaki bir Tanrı’nın
ya da Tanrısal
gücün elçisi = postacısı anlamına “peygamber”!!!...
Oysa...
“Allah” ismiyle
işaret edilen, algılayabildiğimiz ya da algılayamadığımız her birimin varlığını, orijinini oluşturuyor esmâ ve sıfatlarıyla;
Zâtına sınır getirmek de muhal!...
Bu demektir
ki;
Kim “Allah”a
ermişse, âfâktan=dıştan değil; varlığından,
özünden, derûnundan, hakikatından ermiş; bilmiştir ki, ismiyle
işaret edilen varlığı ismi-resmi bir hayâl; varlığı
“yok”tan ibarettir; yalnızca var olan
“Allah” adıyla işaret
edilendir!.
Öyle ise, anlamamız gerekir ki, “Allah” ismiyle işaret edilen, tüm boyutlarda
esmâ ve sıfatlarıyla
açığa çıkan; yanısıra da bunlardan
münezzeh ve “Ganî” olan, olarak “Nebi”, “Rasûl” ve “Veli”nin hakikatıdır...
Bu isimlerle
vasıflarına işaret edilenler de,
kendi varlıklarında, boyutsal olarak eriştikleri mertebenin hakikatını dillendirmektedirler. Yani bunlar, ötedekinin postacısı
değil; hakikatlarındakinin
dilleridir!.
“Peygamber”
kelimesi kullanıldığında bütün bu işaret
ettiğimiz gerçekler örtüldüğü gibi; bunların sonucu olan pek çok
sırlar daha ehlinden saklanmış olmaktadır...
ALLAH kelimesinin
işaret ettiği anlam ile Tanrı
kelimesinin işaret ettiği kavram
ne kadar birbirinden farklı ise...
PEYGAMBER kelimesinin işaret ettiği ve kullanıldığı
yerlerdeki anlam ile NEBİ ve RASÛL kelimelerinin işlev ve mâhiyetleri
arasında da o kadar fark vardır...
Kurân‘da bazı Farsça kökenli kelimeler olmasına rağmen asla PEYGAMBER kelimesi kullanılmamıştır...
Gerek “Nebi” ve gerekse “Rasûl”, “Allah”
adıyla işaret edilenin Esmâsından “EL VELΔ
isminin zuhûru olan “Velâyet” kemâlâtının mazharı olarak bu mertebeye
kavuşmuşlardır.
Dünya yaşamında “Nübüvvet”
ve “Risâlet” işlevini yerine getiren bu zevât,
bu kemalâtlarını “VELΔ
isminin mânâsından alırlar ve ölümötesi
âhıret yaşamlarında da “Velâyet” kapsamında olan “Risâlet” mertebesiyle yaşamlarına devam ederler...
“Allah” adıyla
işaret edilenin “Nebi” ismi yoktur; buna karşılık
“El Velî” ismi
Bâkidir!.
“Nübüvvet” dünya yaşamı için geçerli
olan bir işlevdir.
“Risâlet”
hem dünya hem ölümötesi yaşam için geçerli
olan bir işlevdir.
Her “Nebî”,
her “Rasûl” ve her “Velî” varlığını “Velâyet” hakikatından alır..
Her “Nebi” zâhiri itibariyle “Nebi”, bâtını itibariyle “Velî”dir.
Geçmişteki her “Rasûl”,
zâhiri itibariyle “Nebi” olabilir veya olmayabilir; bâtını itibariyle “Veli”dir.
Her “Velî”
varlığını ve kemâlâtını “Velâyet”inden alır...
“Nübüvvet”
görevi dünya yaşamıyla ilgili bir görevdir ve
“Nebi”nin âhıret yaşamına intikaliyle son bulur... Esasen “Nübüvvet”, “Hatemin Nebi”
olan Muhammed
Mustafa ile son bulmuştur;
ondan sonra kıyâmete kadar
başka “Nebi” gelmez. "Nübüvvet" işlevi
bitmiştir!.
“Nebi”lerin
bazıları aynı zamanda “Rasûl”dür... “Risâlet” işlevi olan “Rasül”lük ise kıyâmete kadar geçerli bir görevdir.
“Nebi”lik
geçicidir; “Rasûl”lük”
ise asâletendir ve dünyadan ayrılmakla
son bulmaz, zira kendini tanımanın sonu yoktur ve
dolayısıyla bu işlev sonsuz devam
eder “Rasûl”ler
için... Bu yüzdendir ki bizler, İslâm
Dinini
“Risâlet”
ve “Nübüvvet”, “Velâyet”in içindeki üst sınıftır... Tıpkı “askeriye” genel tanımı içinde
“generaller” sınıfı gibi...
“Nübüvvet”, içinde yaşanılan topluma, onlara âhıret saâdetini
kazandıracak olan asgarî, en alt sınır olan yaşam şartlarını bildirmek ve o insanları bu şartlara göre
yaşamaya davet etmek işlevidir.
Nübüvvet gereği konulan kurallar geri dönülmez, asgarî, taban sınırlardır. İlerisi ise açık ve sınırsızdır. Burası çok önemlidir ve
iyi anlaşılmalıdır.
“Risâlet”, içinde yaşanılan topluma, kendi hakikatlerini bildirmek ve bunun
gereğini yaşayabilmeleri için gerekli olan
çalışmaları ve yaşam biçimini tebliğ ederek, onlara bu yolda
yol göstermektir.
“Ulül-âzm”
ise hem “Nübüvvet”
hem de “Risâlet” işlevini
deruhte
“Velâyet”, Hakikâtini bilmek ve gereğini
yaşamaktır.
Toplumla ilgili hangi işlevler “Nübüvvet” kapsamında ise, o işlevlere işaret edilirken Kur’ân-ı Kerim'de,
“Nebi” kelimesi kullanılmıştır.
Toplumla ilgili yani dışa dönük olarak
hangi kemâlâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada “Rasûl” kelimesi kullanılmıştır...
"Allah"a
ermek ve gereğini yaşamak için nelerden sözedilmiş
ise bu işleve
işâret sadedinde "Rasûl"lükten
ve "Rasûl"den bahsedilmiştir.
Bireyin yaşamıyla ilgili olarak hangi
kemalâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada da “Veli” kelimesi kullanılmıştır.
Yani “Velâyet” hakikatine
dayalı bir şekilde, dışa dönük
görev alan yüksek kemalât sahibi zevâtın bu durumuna “Nübüvvet”
ve “Risâlet” adları verilerek, onlar, genel olarak
içe yani kendilerine dönük kemâlâtı yaşayan “Veli”lerden ayrı bir sınıfta anlatılmışlardır.
Öte yandan...
Bir diğer tanımlama ile, şeriat getiren
“Veli”lere “Nebi”;
şeriat getirmeyip, insanları hakikatlarının gereğini yaşamaya davet edenlere “Rasûl”, böyle bir davet görevi
almamışlara da “Velî” denilmiştir...
“Velâyet”
babadan oğula geçen saltanat değil; kişinin Hakikâtı olan “Allah” adıyla işaret edileni
yaşamasının sonucudur.
“Velâyet”
kemâlâtının dayandığı hakikatın, bir “Nebi” veya “Rasûl”de tenezzülât hükmüyle açığa çıkan ilmine “vahiy”,
velâyet kemâlatının ur^c hükmüyle bir
“Velî”de açığa çıkışına da “ilham”
denilir.
“Peygamber”
kelimesi kullanıldığında bütün bu işaret
ettiğimiz gerçekler örtüldüğü gibi; bunların sonucu olan pek çok
sırlar daha ehlinden saklanmış olmaktadır...
Not: Daha geniş açıklama
için “Nebi” ve “Rasûl” bölümlerine bakınız.