AHMED HULÛSİ’DE
KAVRAMLAR
Y
AV.
ASUMAN BAYRAKÇI
Yayınlarımızın Telif Hakkı Yoktur. Sitemizdeki tüm
bilgiler, Hz. MUHAMMED'in (aleyhisselâm) bildirip açıkladığı "ALLAH"
ismiyle işaret edilenin hakikatinin ne olduğunun öğrenilmesi ve "DİN"
denilen yaşam sisteminin bu vizyonla
değerlendirilebilmesi için, tüm insanlarla karşılıksız paylaşılmak üzere
hazırlanmıştır. Tüm yayınlarımızı ücresiz okur; dinler, bilgisayarınıza
indirebilir, çoğaltabilir; YAZAR ve KAYNAK BELİRTMEK ŞARTIYLA her
yoldan bütün çevrenizle paylaşabilirsiniz. Allah ilmine karşılık alınmaz.
Prensibimiz maddî ya da manevî karşılıksız paylaşımdır. |
FİHRİST
Yakin
· İlmel yakin
· Aynel Yakin
· Hakkel Yakin
· Yakin Ehlinin Hali
· Yakine Erenin İbadeti Biter mi?
· Yaratma (Bkz.Tekvin)
· Yargılama( Bkz.”Değer Yargıları
Neye Göre?”)
· “Yargılama , Niçin “Allah”a Aittir?
· (Bkz.Değer Yargıları Neye Göre?)
· Yaşam
· Hayvansal Yaşam
· "Yatay Genişleme"
· Yer
· 7 Kat Yer
· Yevm
· Yeryüzünde Halife (Bkz."Halife")
· “Yıldızlar Feleği”
YAKÎN
“Yakine
ermek” ; bütün varlıkların özündeki melekî boyutu
fark ederek – hissederek – görerek, artık “kesin – şaşmaz – değişmez” bir
gerçeği tesbit etmek demektir!
Niye
“Şahdamarından
daha yakınım insana”
diyor?...
Şah
damarı nerede?..
İçinden
gidiyor, beyine doğru...içindeki bir damar.. Kalpten
beyne giden ana atar damar.. Bu atardamar dahi beyne
giden atardamar dahi dışta kalıyor!..beyninin içi,
özü... varlığında mevcut olan Allah!
Yakîn" bir hâlin hakikatını,
gerçeğini algılama ve gereğini yaşamadır.
Dolayısıyla, "ölüm" de "yakîn"
ile erilen hallerden ancak bir tanesidir.
"Yakîn",
kişide "Allah BÂKÎ"dir hükmünün yaşanmasıdır!..
Bir "yakîn" vardır ki sonunda "küfür"
yani gerçeği örtmek vardır.
Bir
"yakîn" vardır ki, neticesi "sıdk" üzere
"vuslat"tır!..
Yakin;
şirkin zıddıdır! Hangi bilginiz YAKÎNE dayanıyorsa, onda şirk yoktur!
Cebindekidir
yakîn!
Yakîn
tasarrufu getirir, ki o da tahkikin sonucudur!
”Ölüm” de “yakin” ile erilen hallerden ancak
bir tanesidir.
“Yakin” , gerçeğe erme olduğuna göre; ölümle de
bedensel yaşamın hakikatı olan ruhsal yaşama erilir.Ama “yakin” asla ölüm
demek anlamıyla kayıtlanamaz.
İnsanların
önemli bir kısmı İRFAN sahibi olamadıkları için, cennette de, buradaki gibi
kendi güzellikleriyle kifâyet edecek, Allah’a yakînin sonuçlarını elde
edemieyeceklerdir!...
Tefekkür, Allah’a yakin’in ilk basamağıdır.Tefekkür yoksa zaten yakin
oluşmaz.
Allah’a
yakin elde etmek isteyen kişinin adım atacağı
ilk basamak, “tefekkür”dür!
Namazlar,
oruçlar, vesaire ancak tefekkür basamağına
basıldıktan sonra tesirini kişide göstermeye başlar.
Halkın bildiği; “insanların, Allah'a yakınlık elde etmesi amellerine
bağlıdır; iyilik yapanlar, istenilen çalışmaları yapanlar Allah'a yakın
olurlar” zannedilir. Oysa,
burada vurgulanan gerçek hiç de öyle değildir.
Evet,
Allah, yakınlığını ihsan ettiği kullarına yararlı çalışmaları;
uzaklaştırdığı kullarına da zararlı çalışmaları kolaylaştırır ama...
Bu,
zâhirden bâtına yönelindiğinde, dıştan içe bakıldığında, beşer anlayışıyla Allah
değerlendirilmeye kalkıldığında, şekle ve görünüşe göre hüküm verildiğinde
böyledir!..
Gerçekte.
Özden
dışa... Allah'ın ilmi ile beşeriyete... Allah'ın
ilmiyle Allah indindeki âlemlerine nazar edilirse...
Görülen bütün fiiller, Allah'ın isimleriyle zâhir olan mânâ
terkiplerinin oluşturduğu görüntülerdir.
Ve hiç bir ayırım olmaksızın hepsi de Allah'ın ilmi ve kudretiyle zâhir
olmaktadır!.. Ve hepsinde de Hakkın varlığı aynı
şekilde mevcuttur!.. Bu sebepledir ki, Allah
her birime, şeye aynı şekilde yakındır!..
Hatta
yakınlık ve uzaklık kavramı bahis konusu olmaksızın Allah'ın varlığı ile
kaim varlıklardır algılanan her şey!..
Bu
nedenledir ki, fiillerden çıkan ve Hakkın takdirine göre, tâat ve mâsiyet adını
alan fiiller, o birimin Allah ile yakınlığı
veya uzaklığı konusunda geçerli olamaz.
Birimin
kendisini yakın ve uzak görmesi, fiilinden ötürü değil, Allah'ın hüküm
ve takdirinden dolayıdır.
Bu
sırra dayalı öyle oluşlar mevcuttur ki, bunları burada anlatmaya kalksak,
korkarız ki hafsalası alamayan pek çok kişi inkâra gider ve bu yüzden ebediyyen
Allah'tan perdeli kalmaya mahkûm olur!.. Onun içindir ki, bu denizde daha fazla açılmayalım.
Peki
ya yakîne erdikten sonra, "Hakikatı" yaşadıktan sonra ne
olacaktır?.. İbadet bitecek midir?..
Yakîne erenin ibadeti biter!.. Ancak, ubûdeti devam
eder!..
Yakîne erenin ibadetinin bitmesi ne demektir?...ibadet
nasıl biter?.. Sonra ne olur?..
Fiil, kula bağlandığı zaman ibadet adını alır. Faili Hakiki ortaya çıkıp, kuldan sadır olan fiillerin Allah'a ait
olduğunda ise ubûdet denilen yaşam başlar!..
Hemen
şu âyeti kerîmeyi hatırlayılım:
"ATTIĞIN
ZAMAN SEN ATMADIN ALLAH ATTI !.." (8-17)
Atma fiili senden çıktı ama sanma ki sen varsın da o atma fiilini
sen meydana getirdin; atma fiilinin hakiki fâili Allah'tı.
"SİZİ
DE, FİİLLERİNİZİ DE HALKEDEN ALLAHTIR" (37-96)
İşte
bu gerçeği göremeyiş, yani fâili hakikiyi göremeyiş; fiillerin fâili hakikisi
olarak vehmi benliğini kabulleniş, bir yönüyle şirk, diğer yönüyle de küfürdür!..
Fiillerin
faili olarak kendini görüş, Allah’a karşı kendini bir tanrı gibi
kabullenme sonucunu doğurur ki, bu yönüyle şirke yol açar!..
Öte yandan fiili gene kendisinin meydana getirdiğini zannediş, faili
hakikiyi inkâr sonucunu doğurur ki, bu da kişinin inkârını yani küfrünü
oluşturur.
Kişi,
vehmettiği yani gerçekte var olmayıp da var
"Yakîn"in üç basamağı vardır ;
İlm-el
yakîn;
Ayn-el
yakîn;
Hakk-el
yakîn..
hf
"İlmel
yakîn"de; kişi
ilmî idrâk ile "Allah"ın tekliğini, Hz Rasûlullah`ın
elçiliğini ve kulluğunu idrâk ederek şehadet eder.
AYNEL
YAKİN
Hakikatı idrâk ettikten sonra onu kendinde hissetmek ve bu
istikamette bir müşahede içinde olarak yaşamaktır.
Ayn-el
yakîn sahiplerinin "Yakîn" ile elde ettikleri bir kurb
(yakınlık) sözkonusu!.. Ancak şuraya
dikkat edelim; "Kurb" yani yakınlıktan söz ediyoruz.iki
ayrı varlığın birbirine yakınlığından.
Yani,
Tekliğin müşahedesi oluşmuş, fakat vehimdeki "benlik" kavramı
kesin olarak kaybolmamış!.. Bir diğer ifade ile, Hakkel
yakîn oluşmamış!.. Hakkel
yakînin oluşması için, kişinin kendini Hak'tan ayrı bir varlık olarak düşünme
hali ortadan kalkar. Yani "Zât’ta fenâ"
olma hâli diye târif edilen bir hâl ile ikilik kalkar.
İşte bu kişiler, ilmen olayın bütün sistemini bilirler. Olayın bu olduğunu da açık seçik müşahede
etmişlerdir.işte bu noktada onları büyük bir üzüntü kaplar. Çünki, bir türlü, bilinçlerini kaplayan "birimsel benlik"
hissiyâtından, kavramından uzaklaşamamaktadırlar.
İnsan için en büyük belâ "VEHİM" hükmü altında
kalmaktır. Allah’tan
insanı ayrı düşüren en büyük perde "VEHİM" perdesidir.
"VEHİM"
perdesi kalkıp, Allah Nûru ile anlayış ikram olan kişi derhal Allah’a erer, YAKÎN
sahiplerinden olur!..
Vehmin,
gerçekte var olmadığı halde, çeşitli faktörlerin "var" olarak
kabul ettirdiği kişilikten kurtulup da, özündeki evrensel kişilikte,
yani Hakikatı Muhammediye mertebesinde kendini tanıyabilmek, yeryüzünde
enderin enderi bir olaydır.
Allah'ı, sistemini, mârifet yollu bilmesine rağmen, kişi
ne kadar çalışırsa çalışsın, Allah'ın hükmüyle bu yolda bir takdire uğramamış
ise, "ikilikten" yani "gizli şirkten" tam
olarak arınamaz.
Yakındır,
ama ikilik kalkmamıştır!..
Bu da gerçekten çok üzücü olur bu zevât için.
Allah'tan uzak düşmüş, yani O'nu tanıma yolundan çok öteye sapmış
kişilerin, bu hâllerini farkettikleri zamandaki uzaklıktan yakınışları gibi. Allah'a yakın olduğunun bilincine ermiş bu kişiler de yakın olmaktan
yakınırlar!..
Çünki, yakınlığın dahi uzaklık gibi bir "ayrılık" kavramı
olduğunu tesbit etmişlerdir.
"Vahdet"i
yaşayanlarda ise "kesret" müşahedesi olmaz!..
Kesret kavramı olmaz!.. Belki
kesreti, vahdetin zuhûru olarak seyrederler.
Bu
yüzden de, onlarda, Allah'da yok olacak bir varlığın mevcut olup da yok
olması; Allah'a erecek bir varlıktan söz etme gibi görüşler asla mevcut
olmaz!..
Çünki,
onlarda
"ALLAH
ŞEHÂDET
hf
İlâhi sıfatlarla, ikramı ilâhi neticesi tahakkuk etmektir.
hf
TEK’in
nazarıyla Tek’ten “çok”a bakışı muhafaza edip, sürekli olarak piramitin tepesinden aşağıya bakarak varlıkları seyretmektir.
hf
YAKÎNE ERENİN İBADETİ BİTER Mİ ?
Peki
ya yakîne erdikten sonra, "Hakikatı" yaşadıktan sonra ne
olacaktır?.. İbadet bitecek midir?..
Yakîne erenin ibadeti biter!.. Ancak, ubûdeti devam
eder!..
Yakîne erenin ibadetinin bitmesi ne demektir?...İbadet
nasıl biter?.. Sonra ne olur?..
Fiil, kula bağlandığı zaman ibadet adını alır. Faili Hakiki ortaya çıkıp, kuldan sâdır olan fiillerin Allah'a ait
olduğunda ise ubûdet denilen yaşam başlar!..
Konu
buraya kadar gelmişken, akla takılabilecek şu sualin
de cevabını vermeden geçmeyelim:
"Ben
vuslata erdim, gerçeği gördüm, hakikatı idrak ettim, artık bundan sonra ben
ibadet etmiyorum!.. Ne yukarıda bir tanrı var ve ne de
ibadete ihtiyacı olan bir varlığım." diyerek bir kişinin ibadetleri
terketmesi hoş görülebilir mi?.. Bu hâli yerinde midir?.. Yaptığı bu iş doğru mudur?..
Bu gerçekten tasavvufta son derece önemli bir konudur.
Bir
çokları, bu hususta kendilerine örnek olarak gösterilen kişilerin
davranışlarını da
Oysa "ibadet" adı verilen bu çalışmalar, Allah'ın
esmâ ve sıfatını izhar kanunları gereği ve sonucu olarak zorunludur ki, bunu
idrâk edemezler.
"ALLAH'IN
SİSTEMİNDE ASLA DEĞİŞİKLİK OLMAZ" (48-23)
Madde
bedenimiz, fizik bedenimiz nasıl enerji ihtiyacını karşılamak için yemek -
içmek zorunda ise; "RUH" dediğimiz "Halogramik dalga
bedenimiz" de enerji ihtiyacını yani "nur"unu, ibadet
denilen beyin çalışmaları sonucu elde eder. Şayet bu
çalışmaları ihmal ederseniz, "nur"unuz, yani ölümötesi
yaşam bedeninizin enerjisi yetersiz kalır. Bunun
neticesinde de hiç hoşlanmıyacağınız, size azab verecek şartlar içinde hapis
kalırsınız.
Hakikatı
yaşamakta olan bir mahal, şu anda yeryüzünde hayatına devam ederken, yaşadığı
halin değil, bedenin içinde bulunduğu şartlar sonucu nasıl yiyip içmeğe devam
etmek zorunda ise; ve bu yiyip-içişi nasıl hakikatı yaşamasına engel değil ise;
aynı şekilde ruh bedeninin ihtiyacı için de o ibadetlere devam etmek zorundadır!.. Aksi takdirde, hakikatı ne kadar bilirse bilsin, o
enerji ya da "nur" eksikliğinin sonuçlarına katlanmak
mecburiyetinde kalacaktır!..
Esasen,
"hakikat", şuur boyutunda yaşanan bir şeydir!..
Her boyut kendi varoluş sistem ve kuralına göre yaşanır!..
Gerçekten hakikata ermiş yakîn sahiplerine de bu gizli kalan
bir durum değildir.
Bu
sebeple de,
Zirâ,
hakikatta, şeriâta ters düşen bir durum görülmez!..
hf
Sadece ve sadece kişinin yaradılış gayesindeki hedefe, yoğrularak
yontularak, terbiye olarak ulaşması içindir!
Dünya
yaşamı sırasında beyninize giren her şey istisnasız ruhunuza yükleniyor ve
kesinlikle bunlarin sonuçlarını yaşamaktasınız; ve yaşayacaksınız!.
İnsanın
bilinçli yaşamı idrakı kadarıyladır...
İçgüdüsel davranışlar idrak kadarıyla kontrol altına alınır...
Hep,
yaşamı, eskinin veya eskilerin veya eskiden verilmiş mertebe, değer ve
pâyelerin devamı olarak
“Tecdid”i, yeniyi ortaya koymak gibi anlıyorum ben, “fiy
halkın cedîd”den gelen bir şekilde; “eskiyi yeniden” ortaya
getirmek olarak değil.
Yenileri,
eskiyle değerlendirdiğimiz için de, otomatik olarak geçmişin hayâl
dünyasında yaşıyor; yarın, geçmiştekinin değişik elbiselisini
göreceğimizi tasavvur ediyoruz!.
Dünyayı
da böyle değerlendiriyoruz, Dini de, tasavvufu da, evliyayı da!…
Oysa,
dün, ders almak; o dersle, yeniyi değerlendirmek için gereklidir; geri
gidilmek ve yaşanmışı tekrar yaşamak için değil!. Bu
Allah’ın sistem ve düzenine aykırıdır!.
“Dün”ü
değerlendirmek, ayrı şeydir; “dünde” yaşamak ayrı şey!.
Hayâl dünyanızdaki dünden gelen değer yargılarınız, pâyeleriniz ve
kurgularınızla kendizi bağlayıp, kayıt altına aldığınızın; bu yüzden yeni
yaratılmış sayısız kemâlâtı gözden kaçırdığınızın farkında mısınız acaba?
Kemâlât
sahiplerinden ancak kâmil işler çıkar!..
Biz
insanları değerlendirmek için değil; kendimizi tanımak, geliştirmek ve
yaşamımızdan pişmanlık duymayacağımız şekilde ölümötesine geçmek için geldik…
Bunun dışındaki yönelimler, bizim, hedefimiz yolunda hızımızı düşürtür; telâfi
edemiyeceğimiz şeyleri kaybettirir!.
Öyle
ise tüm değerlendirmelerimizi yeni baştan gözden geçirmeyi deneyelim, eskiyle
kıyaslamaksızın; önümüzdekileri, objektif olarak, bize verdikleriyle, “yeni”
olarak farketmeye çalışalım… Ancak bu takdirde “yeni” olarak
karşımızdakileri değerlendirmemiz mümkün olur…
Yaşamınızdaki
değerlendirmeleriniz değil, tasavurunuzda oluşan tüm rüya ve hayâlleriniz dahi
böyledir!… Onlar dahi, aynı şekilde, eski verilerinize
kıyasla değerlendirilir… Bu yüzden de yorumlarınızı hep eskiye kıyasla
yaparsınız…
Peki, karşılaştığınız şey, ya yeni bir şeyse, eskiyle alâkası olmayan!?… Ve siz, onun hakkettiğini vermemekle, ona zulmetmiş olmaz mısınız?… Ona zulmetmekle, kendi nefsinize
zulmetmiş olmaz mısınız?
Acaba
yaşam, eskinin kendini yenilemesi olarak mı açığa çıkıyor; yoksa yepyeni
oluşlar var da, beynimiz hep eskiye kıyasla değerlendirme yaptığı için, biz
öyle mi
Baktığımızda,
dün gördüğümüzün aynını gördüğümüz düşüncesini taşımamıza karşın, niye “yeni”yi
farkedemiyoruz?…
Bunun
en basit açıklaması, yazdığımız yazılardaki yanlışları, tekrar okuduğumuzda
farkedemeyişimizdir… Daha detaylı anlatmak gerekirse, “refresh”
yapmadan, sayfa açmamızdır!.. Yani, eski veri
tabanıyla “yeni”ye bakmamızdır!…
Ancak
gerçekten “yeni”yi algılamak istiyorsak, “refresh” de yetmiyecek,
belki toptan “format” atmak gerekecektir!… Bu
da beyni sınırlı kapasite ile çalışanlar için fevkalade güç, neredeyse imkânsız
bir iştir!..
Peki olmayacak bir işse, niye bunları yazıyorum?
En
azından böyle bir olay olduğunu düşündüm; ona göre varlıkları, yaşamı
değerlendirmeye çalışıyorum; sizin de bundan haberiniz olsun, diye!… Zira, “yeni”leri farketmezsek, hâlâ
atamızın, babamızın veya annemizin “yenilenmiş”ini giymekte
devamederiz; gibime geliyor!.
Öyle
ise gelin dostlar olabildiğince, eskiye veya başkalarına kıyaslamaları
bir yana bırakıp, “yeni” olarak değerlendirmeye çalışalım her an tüm
yaratılmışları!…
Kendi
aslını ve orijinini kavrayabilme yeteneğine sahip; dolayısıyle, en mükemmel
yapıda meydana getirilmiş olan birim yaratılmıştır; ki o aynı zamanda
yeryüzünde "Hilâfet" vasfına da sahip olan insan`dır!.
Ne
var ki her iki ayaklı yapı mutlaka "insan" olmayıp, "insansı"da
olabilir!.
"İnsansı"nın, "İnsan" kelimesine
müsemma olabilmesi için, aklını kullanarak, kendi hakikatını tanıması, idrak
etmesi; bedeninin bilincinde oluşturduğu kayıtlarından; bedenin istek ve
arzularından kendini kurtararak; şuur boyutunda kendini bulması ve şuuru`nun,
mutlak varlığın ilmi olduğunu farkedebilmesi gerekir...
Kendileri için hiç bir yarar düşünmeksizin fiiller ortaya koyan suretler
ise, "Melekler" diye isimlendirilir. Bunların ortaya koyduğu fiiller, kendilerine dönük değil, tamamiyle,
varlıkta bir şey oluşturmağa yöneliktir...
hf
Ef`al âleminde bulunanların bir kısmı, tümüyle kendini bilemeyişin
gereği olan fiilleri ortaya koyarlar.
Kendi
hakikatını ve ölümötesi yaşamı bilmeyişin sonucu olan bu yaşam tarzı, "hayvansal
yaşam" dediğimiz, yaşamdır... Tümüyle, bedene dönük fiiller içinde bir
yaşam şeklidir...
Doğuyoruz,
büyüyoruz; büyürken, içinde yaşadığımız toplumun doğru ve eğrileriyle şartlanıp;
onları doğru ve eğri
Kâh
aldatıyoruz, kâh kandırıyoruz; kâh ezip geçiyoruz; kâh vurup geçiyoruz; kâh
egomuzu tatmin için birilerinin üstünden geçiyoruz!…
Kimimiz
için, dünya, o olmasa dönmez, hâle geliyor!… Kimimiz,
yorumları olmasa, insanlar yönlerini tâyin edemeyecek sanıyor!…
Kimimiz
cep, kimimiz koltuk veya etiket uğruna nice savaşlar verip; hep vatan uğruna
millet uğruna yaşıyoruz!!!…
Millet
deyip, cebimizi dolduruyoruz; Din deyip, cebimizi dolduruyoruz!… Cebimiz olmazsa, etiketimizi; şânımızı dolduruyoruz!
Yaşamın
evrensel amacı ne mi olmuş?…
Tüm
oyunlar bunun üzerine kuruluyor…
Her
şey, eline geçene kadar değerli!.. Satın alana kadar,
değerli!.
Elde
ettin mi, değeri tükeniyor; haydi yenisine!… Satın
alınmayacak, elde edilip hükmedilmeyecek yok sanıyoruz!.
“Kaça?” demekte devam ediyoruz!… Allah’a bile, paha
biçmeye kalkıyoruz!
Paraya
doymuyoruz!
Koltuğa
doymuyoruz!
Nâma
doymuyoruz!
Dişiye
doymuyoruz!…
Ötesini,
bilmiyoruz ki!
Allah
Rasulü’ne de imanımız yok ki, gösterdiği hedefe ulaşmak gibi bir amacımız olsun!…
Doyasıya,
patlayasıya, çatlayasıya, yiyip içip, çiftleşmenin yollarını arayıp duruyoruz!.
Tanrı
korkusu olmasa, ne zekât vereceğiz, ne bir iyilik yapacağız!.
Ama ya varsa, öte dünya?
İşte
bu korku bazılarımızı biraz dizginliyor!.
Hayvanî
arzularımızı frenliyor!.
Ateş
ve azap korkusu tanrı korkusuyla birleşince, disk fren gibi işlev görüyor!.. Bu korkuları olmayansa dolu dizgin, patlamış frensiz
araba gibi!. Nereye kadar?…
Toslayacağı yere kadar!.
Ama
tüm bunlar, oyunun bir sahnesi daha… Farkında değiliz!.
Arkada, bu sahneye göre gelişecek çok sahne var daha!.
Bu
sahnede kimlerle olduğun, kimlere hükmettiğin; kimlere vurup geçtiğin; kimlerin
sırtında kimleri ezip tükettiğin, gelecek sahnelere göre çok önemli… Tohumunu,
ruhsal genlerini düzenliyorsun bu arada… Bak o tohum
Dedesi
erik yemiş; torunun dişi kamaşmış!.
Dedesi
vurup geçmiş; torunu delinip geçmiş!
Oynadığın
rolün,
Ölümötesi
yaşamı idrak edemeyip; gelecek yaşamına göre hayatına yön vermeyen; yalnızca,
para, dişi, nâm, koltuk için gününü gün
Bu
senaryoda,
Ama
sen, senaryoda
Senaryoyu
anlayamasan, okumamış olsan da; hiç olmazsa, yaşamdaki rolün iyi olsun; buna
çalış!. Başarıyorsan, nasip demektir!. Başarmak için gayret sarf etmiyorsan veya gerek
duymuyorsan; şimdiden sakatçının yolunu öğren!.
Hayvansal
yaşama, mantıkla üstünlük getiren; ancak aklı değil, zekayı esas alan yaşam biçimi, "Cinler"in yaşamıdır... Kısa süreli olaylar içinde, bireysel menfaatlere dönük davranışlar
ortaya koyarlar.
hf
Yatay
genişleme; senin ilmin kadarıyla dünyada karşılaştığın değişik olaylardan edindiğin
tecrübe ve buna dayalı yeteneklerindir...
Ölümden
sonra yatay genişleme sözkonusudur...
Kur’ân
diyor ki;
“Dünyada
âmâ olarak ölen, Ahirette de âmâdır.”
O
zaman tek şansın var.
Dünyada
yaşarken bir takım gerçekleri görüp, hissedip, değerlendirip, yaşayabilmek
önemli.
Dünyadan
gittikten sonra artık, şansını kaçırmış oluyorsun.
Belki şöyle diyeceksin.
“Burada
yapamadık, göremedik, elde edemedik ama, oraya gittiğimizde yaparız” ...
Hayır!.
Hiç
öyle bir şey umma! Öyle bir şey söz konusu değil!.
“Orada bana filânca yardım eder de benim mertebem yükselir...
”
Hayır! Böyle bir şey muhal!.
Hiç
kimse senin mertebeni orada artıramaz!.
Bu
devirde en çok kullanılan bir söz de şudur, özellikle Târikatlarda
;
“Biz
bu durumda ölsek de önemli değil. Şeyhimiz orada bizim
elimizden tutar. Bize mertebelerimizi atlattırır, yükseltir.
Hayır!
Böyle
bir şeye dair ne bir âyet vardır, ne de bir Hâdis vardır. Tamamen bir uydurma!.
Hiçbir
şeyh, veli, evliyânın öbür tarafta, dikey bir yükselmeye dair, şefaati yoktur,
şefaat edemez!.
Yatay genişleme olur. Ama, yatay genişleme kişiye mertebe getirmez. Yani,
Levvameden, Mülhimeye... Mülhimeden Mutnainneye... Mutmainneden Radiyeye kişiyi
geçirtemez! Velev ki, dünyada iken geçmiş olsun...
hf
“YER”
Tasavvufi
mânâda “YER”den murat kişinin "AKLI"na
işaret edilmektedir.
hf
Dünyanın
yaşadığımız zemini üzerinden, Ay yörüngesine kadar
olan sahadır!
Buna
göre biz, şu anda 7 kat yerin dibinde yaşamaktayız! Bizim üstümüzde 6.kat yer,
üstünde 5.kat yer ve Ay’a kadar 1.kat yer vardır.
Esasen
bu anlatım bizim atmosfer tabakalarını tanımlamaktadır!
hf
"Yevm"
hem "gün" anlamında kullanılır, hem de "an"
anlamında kullanılır. İstikbâle dönük belirli bir kıyâmet günü anlaşılabileceği
gibi, herşeyin içyüzünün ortaya çıkıp aşikâr olduğu, hakikatının anlaşıldığı "an" diye anlamak da mümkündür.
"YEVM"
esas itibarıyle günlük kullanışta bildiğimiz, “24 saatlik gün” diye de
anlaşılabileceği gibi; "AN" anlamına da gelir...
Bizim
bildiğimiz "gün"lük anlamın esas itibarıyle madde dünyasına,
beş duyuya bağlı, izâfi-göreceli
bir ifade olması hasebiyle; daha doğru gerçek anlamı "AN" dır.
hf
Galaksiler!
Atmosfer
dışında birinci semâda yani gökte Ay vardır, ikinci katta merkür, üçüncü katta
venüs, dördüncü katta Güneş, beşinci katta mars, altıncı katta Jüpiter ve
yedinci katta da satürn ve diğerleri mevcuttur...
Bundan
sonra "yıldızlar feleği" denen "galaksiler"
vardır...