BERKÎ
TECELLÎ
· Zâtî Tecelli
· Tecelli-i Zâtî
|
KENDİLERİNİ RUH-U A’ZÂM BOYUTUNDA
TANIYAN
"HÜR BİLİNÇLER"
-
“Vâkıfıyn”
-
“Mukarrebun”
-
“Hür” olanlar
-
-
-
“Nefs”i HÜR olanlar
-
-
Allah’a Hakkel yakîn olanlar
-
Yaşamlarını Bâki olan Hak’kın devam ettirdikleri
-
Vahdet müşahedesi içinde olanlar
-
Esmâ-i İlâhiyeyi seyr hâlindekiler
-
Tabiatının, duygularının ve şartlanmalarının esaretinden kurtulmuş olanlar
|
KENDİLERİNİ RUH-U A’ZÂM BOYUTUNDA
TANIYAN "HÜR BİLİNÇLER"DE ZÂTİ TECELLİ “BERKİ TECELLİ” ŞEKLİNDEDİR
Zâhidlere
göre ârifler hayli yüksek mertebe sahipleri olmalarına rağmen,
dereceleri kendilerinden bir yukarıdakiler olan "vâkıfîyn"
yanında hayli düşüktür.
Vâkıflar da
ruh yolunda meşguldür.…
Hakikat mertebesi ehilleridirler.
Vâkıflar,
"ruh"
boyutunda kendilerini tanımışlardır. Burada bahse konu olan
"ruh", vehim yollu kabul edilen birimsel ruh değil,
"Ruh-u Â'zâm"dır. Bu sebeple de, bu mertebedekiler,
vahdet mertebesinde, çokluk kavramının içine giren her şeyden
berî olarak yaşarlar!
Vahdet
müşâhedesi içinde, esmâ-i ilâhî’yeyi seyir hâlindedirler.
Burası,
“Hakikat” mertebesine tekâbül eder. Kendi isimlerinin
mânâlarının türlü şanlarını seyir hâlindedir.
Kim mi?..
Elbette ki
O!.. Birimin ne haddine!
Bütün
bunların yaşamını devam ettiren, Bâkî olan Hak'tır!
Ancak ne
var ki, tüm kemâlâta rağmen, bu seyir dahi esmâ âlemine dönük
olduğu için; "Zât" mertebesine nisbetle, Zâti ilim
indinde kesrete dönük bir mertebe durumundadır.
Bu
tecellinin yaşandığı, bu şânın bulunduğu mahâl, “Hakikat”e vâkıf
olmuş anlamında olarak "Vâkıfıyn" diye anılır. Vâkıf
olmuşlar!
"Mukarrebûn"
diye de anılırlar. “Allah'a hakkel yakîn olmuşlar”
anlamında olarak. Bu mertebe velâyetin en üst
mertebelerindendir.
"Zâtî"
tecellî bu zevâtı kirâmda "berkî tecellî”
şeklindedir.
Bir de
bunların ötesinde zamanın İnsan-ı Kâmil'ine ve Gavs'ına has olan "Tecellî Zâti" vardır ki; bu
zevâtta bu durum daimidir.
İşte onlar
için anlatılan, "NEFS'i hür olanlara mahâl kıldım"
ibaresidir. Mutlak mânâda "NEFS"="BEN" onların
mahâllidir!. Zât'ını tanıma mertebesi yâni...
Zâtıyla
zâtını
bilişin, âlemde zuhûr yollu izharı için meydana gelen bir şândır
bu!
"HÜR"
kelimesi gerçekte sadece bu zevât için kullanılır. Ve onların
kalbleri, yani bilinçleri Allah'ın ilmiyle dolu bir hâlde
hadsiz hesapsız sırlarla doludur.
Bu
mertebedeki "Zâtî ilim” hakkında ne bugüne kadar
bir açıklama yapılmıştır, ne de bundan sonra böyle bir
açıklamanın yapılabilmesi mümkündür! Zâtî ilim’den sözedilmesi
muhaldir!
"Allah'ın
zâtı üzerine tefekkür etmeyiniz!"
şeklindeki
Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın beyânı işte bu gerçeğe
işaret eder. Çünkü Zâtî sırrın tefekkür yoluyla çözülmesi
muhaldir!. Fikir okları o hedefe ulaşamaz, yarı yola bile
ulaşmadan ters yüz olup atana geri döner.
Burada
artık bırakın ef'âl müşâhedesini, esmâ mânâlarıyla bile kayıttan
sözedilemez..
"Allah
yerleri ve gökleri yaratmadan evvel nerede idi?"
sorusuna
"Allah
yerleri ve gökleri yaratmadan evvel altında ve üstünde hava
bulunmayan A'MÂ 'da idi."
diye cevap
veren Rasûlullah, Zâtın hakikatı olan bu AHADiyet
mertebesi’ne işaret etmiştir.
Esasen bu
bahsettiğimiz hadîs-i şu diğer hadîs-i şerîf ile birlikte
mütalâa edersek, ehlinin fark edeceği önemli bir nüans açığa
çıkar:
"Allah
vardır ve O'nunla beraber hiç bir şey yoktur!"
Bu konuda
daha ileri gitmek burada gereksiz. Bunları yaşamayana
satırlardan bunları anlatmak imkânsız gibidir.
Ehli ise zâten bunları hâliyle bilir ve bilvesile bizim de
bunlardan haberdar kılındığımızı anlar. Bâkî Allah'tır.
HÜR
OLMAKTAN SÖZ EDEBİLMEN İÇİN… |