GÖRMEK

(ALGILAMAK)

(BEYNİN DEĞER YARGISI)

 

’Gözden öz’e’’ değil;

 ‘’Öz’den göze’’ bakmak gerek!.

hf

 

·                              Kaç gözümüz var?

·                              Hepimizin görme kapasitesi aynı mıdır?

·                              Başgözüyle gördüklerimiz bize gerçeği ne kadar yansıtır?

·                              Allah'ı, melekleri, âlemleri ve oralarda yaşayan varlıkları  görebilir miyiz?

·                              Sadece uyanıkken mi görürüz?

·                              Rüyada nasıl görürüz; gördüklerimiz gerçek midir?

·                              Gördüğümüz Tek midir?; çok mu?

·                              Varolan sadece Tek ise neden çok görüyoruz? Bu değerlendirme nasıl ve nerede oluşuyor?

·                              Her zaman aynı şeyi mi görürüz? İlk ve sonraki görüşler arasında fark var mıdır;  varsa bu farkı oluşturan nedir?

·                              Şimdi gördüklerimiz "Sonra" değişir mi?

·                              Görmeyi etkileyen etkenler nelerdir?

SOMUT BİR VARLIKTAN SÖZ EDİLEMEYEN

DALGALAR ÂLEMİNDE

İNSANIN GÖRME SINIRI

Ünlü batılı düşünür George Berkeley 1750'lerde düşüncesini şöyle dile getiriyordu:

Kâinatın muazzam yapısını meydana getiren cisimlerin, onu değerlendirecek bir zihin olmadığı sürece bir cevher olmasına imkân yoktur. Bütün bunlar benim veya başka bir yaratılmışın zihnine hitap etmediği sürece mevcudiyetinden söz edilemez; ya da Ebedî Ruh'un zihninde mevcuttur denebilir.”

Berkeley'den sonra yapılan araştırmalar özellikle son yüzyıl içindekiler insanlara çok değişik fikirleri kabûl ettirmek durumuna geldi. Son yüzyılın araştırma ve bulguları âlemin yapısı hakkında özetle şu neticeyi ortaya koyuyordu: Madde moleküllerden, moleküller atomdan, atomlar da elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir.

Öyle ise âlem, elektromanyetik dalgalardan ibaret bir tek kütledir. Kâinat kısacası tek bir enerji kütlesidir. Çok kaba bir tâbirle, dalgalar âleminde gerçek, mutlak somut madde varlıktan söz edilemez.

İnsan açısından bakılınca ise…

İnsanın görme sınırı morötesi ışınların dalga boyunun başladığı 0.0004 cm. ile kırmızı ışınların dalga boyunun başladığı 0.0007 cm. arasında dalgalar.

hf

AYRI AYRI KAPASİTEDE ÇOK GÖZ YOK…

TEK KAPASİTEYE SAHİP ÇOK GÖZ VAR…

Peki, gerçekte bir rüya olduğu açıklanan Dünya yaşamı görüntüleri nasıl oluşuyor?..

Bu da, demin açıkladığım, melekî yapının beyindeki deşifresi ile aynı tarzda bir olay... Aslında ben, burada beynin çalışma sistemini anlatıyorum...

Bu anlattıklarım, dünyanın bir numaralı nörofizyoloğu, Stanford Üniversitesi profesörlerinden Karl Pribram ve, ünlü fizikçi David Bohm`un, "Beyin ve Evren" konusundaki görüşleri ile aynı… Dünyanın bu iki ünlü bilim adamı ile, bu konulardaki görüşlerimiz tamamen çakışıyor.

(Soru : Her hangi bir objeyi, insanlar değişik şekilde görebilir mi?.)

Beyine ulaşan frekanslar aynı ise, veri tabanı da aynı ise tesbitler de aynıdır, değişmez!. Zaten, hepimizin objeleri aynı şekilde görmemizin, algılamamızın sebebi, algılama araçlarımızın eş değer kapasitelerde olmasından kaynaklanır.

Gözün görme sınırları, kapasitesi belli… Aynı ışınlar, bir göze de gelse, bin göze de gelse sonuç aynıdır. Hepsi aynı şeyi söyleyecektir!. Çünkü, bin tane ayrı ayrı kapasitede göz yok!. Tek kapasiteye sahip bin göz var.

hf

“GÖRÜYORUM DEDİĞİN ŞEY

BEYNİN İÇİNDE OLUŞAN HAYÂLDİR

Sen, karşımda oturuyorsun, senden çıkan ışık dalgaları geliyor, benim göz bebeğime vuruyor, göz bebeğimden sarı noktaya aksediyor. Sarı noktadan beynime bioelektrik bir mesaj geliyor, görme siniri ile... Beyin, gelen bu bioelektrik mesajı kendi hücreleri arasında değerlendirerek bir hayâl oluşturuyor.

İşte senin, "görüyorum!..." dediğin şey, o beyninin içinde oluşan hayâldir...

Nasıl ki rüya görüyorsun... Rüya gördüğün anda gözün kapalı, dışarıdan gelen hiç bir şey yok!.. Ama, beynindeki bilgiler, senin hayal mekanizman sonucunda bir hayâl görüntü şekline dönüşüyor.

hf

HİÇBİRİMİZ DIŞARDAKİ DÜNYAYI DEĞİL,

BEYNİMİZDEKİ DÜNYAYI GÖRÜYORUZ!

Kurân’da geçen “Dünya” kelimesi, fizik olarak Dünyayı değil; “DünyaNI” anlatır!

DünyaN”dır!.

Bunun ilmî izahına girmeme gerek var mı?...

Hiç kimse, hiçbir insan, Dünyayı göremez! Çünkü beyinde bizim anladığımız mânâda bir görme olayı yok zaten..

Dışardan gelen çeşitli verilerin beyinde değerlenerek hayâl âleminde bir sûret oluşmasıdır, “Dünya”!

Dolayısıyla hiçbirimiz dışardaki Dünyayı değil; beynimizdeki DünyaMIZI görüyoruz!.

hf

DÜNYADA GÖRDÜKLERİMİZ,

BİR BAKACAĞIZ Kİ…

YALNIZCA RÜYADAN İBARETMİŞ!

Hazreti Muhammed aleyhisselâm diyor ki:

"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!."

İnsanlar, dünya yaşamında iken uykudadır, ölünce uyanırlar!..

Peki, uykuda görülen şey, rüya değil midir?. Bu durumda, demektir ki, bu dünyada gördüğümüz her şey, gideceğimiz ölüm ötesi yaşam boyutuna göre rüya hükmünde olacak, rüya olacak!.

Bu dünyada iken yaşadıklarımız, gördüklerimiz, ciddiye aldıklarımız, bir bakacağız ki, rüyadan ibaretmiş!.

hf

“İLK GÖRÜŞ“ ESASTIR...

SONRAKİLER, O “İLK“İN TAFSİLİDİR

Bir şey bir kere müşahede edilir!. Müşahede ettiğin anda da onu etmişindir!.

Pencereden dışarıya bir ilk bakışın vardır, ondan sonra bakışın vardır, ondan sonraki bakışların, o bakışın devamıdır, tafsilidir!. Bir kere “Lâ ilâhe illâllah” sözünü söyleyebilirsin; ondan sonrakiler o sözün devamının gelmesinden başka bir şey değildir...

Diyelim ki Kâbe’yi ilk defa görüyorsun; ne diyor Hz.Muhammed aleyhisselâm;

Kâbe’yi ilk görüşte dua edin, o duanız kabul olur”

diyor! ”Ne zaman görürsen gör” veya “devamlı bakarken” demiyor!. ”İlk görüş” diyor!.

Peki ilk görüş görüş de sonrakiler görüş değil mi?... Onlar da görüş!. Ama ilk görüştür esas!. Bir defa gördüğün zaman, onu görmüşsündür!.

Görmenin ikinci defası olmaz!. ,Bir şey bir kere görülür... Ondan sonrakiler o şeyin devamıdır… Devam edegitmesidir!.

hf

“GÖRÜYORUM“UN GERÇEK İFADESİ,

KOZMİK YAĞMURLA ETKİLENEN BEYNİMİN

“DEĞER YARGISI“DIR!

(“ALGILIYORUM”DUR!)

Beyin hücreleri, az önce de bahsettiğimiz gibi, bir bioelektrik akış ile faaliyet gösterirken, aynı zamanda kozmik yağmura da mâruz kalmakta ve böylece bütün bu etkiler, girdiler sonucunda çeşitli aktiviteler ortaya çıkmaktadır.

Her biri, tüm diğer hücrelerin yaptığı görevleri yapabilecek kâbiliyette ve 16.000 (onaltı bin) hücre ile bağlantı hâlinde 120 milyar hücre, beyin!.. Ve günümüz bilimine göre bu kapasiteye sahip beynin sadece yüzde yedi ilâ yüzde onikisini kullanabilen insanlar!..

Biz, bu yüzde yedi ile oniki arasında değişen oranı kullanırken, gerçekte, kelimelerle ifade ettiğimiz pek çok olay olmuyor beynimizde!..

Meselâ, görüyoruz, diyoruz... Oysa, beyinde görüntü ya da ses yoktur!.. Gerçekte, beyin içinde görüntü yoktur!. Beyin içinde sadece hücreler arasında bir bioelektrik akış söz konusudur.

Kozmik yağmur ile de etkilenen beynin, küçüklükten itibaren aldığı çeşitli programlamalar istikametinde yaptığı değerlendirmelere biz “görüyoruz” demişiz... “Görüyoruz”un gerçek ifadesi, “beynimizin değer yargısıdır”!. Bir diğer ifade ile “görüyorum”un anlamı “algılıyorum”dur!.. Ve gerçekte, doğrusu da bu ifadedir.

Çünkü, görme aracı ve kapasitesi değiştikçe “algılama”da değişir, algılamanın getirdiği değer yargısı da değişir!..

Esasen, beyin, bir yönüyle çeşitli frekanstaki dalgaları, kozmik ışınımı değerlendirerek, programı istikametinde yorumlayan değerlendirme mekanizmasıdır.

hf

GÜNDÜZ VE GECE UYKU HÂLİNDE GÖRDÜKLERİMİZ

BEYİNDE PROGRAMLANMIŞ VERİ TABANLARININ

ÜST YAPI ŞUURUNDA AÇIĞA ÇIKIŞIDIR

Karşımızdaki bir objeden bizim gözümüze yansıyan dalgalar, eğer santimetrenin onbinde 4 ile 7 si arasında ise, gözbebeğimiz bunu bioelektrik dalgalara dönüştürerek göz siniri dediğimiz hat üzerinden beyne ulaştırır..

Beyinde bu dalgalar, daha önceden yüklenmiş veri tabanına GÖRE, onlarla birleştirilerek bir sentez oluşturmak suretiyle değerlendirilir; sonra da hayâli oluşturan görme grubu içinde, bir hayâli imaj oluşur. İşte bu hayâli imaja, biz, “görüyoruz” lâfzını kullanırız.

Her şeyi, ötelerde ve asılsız hayâllerde değil; içinde yaşadığımız boyut ve sistemde bulmaya çalışırsak isabet etmiş oluruz...

İşte bu anlayışla beynimizi değerlendirirsek...

Beyin gerek göz görme sınırları içinde kalarak kendisine ulaşan dalgaları ve gerekse de bunun dışında, direkt olarak aldığı dalgaları değerlendirerek düşünür, hisseder, ve gerekirse hayâl merkezini devreye sokarak görür!.

Esasen beynin değerlendirmelerinde, görme bir ara işlem değil, bir son işlemdir... İsterse, görme devresi oluşmadan da değerlendirmeleri yapar!.

Şunu çok iyi anlayalım;

Yukarıdan, tanrının ruhundan, belli özelliklere sahip bir ruh kopup geldi, bizim bedenimize girdi; o kendisindeki tanrısal güçle görüp biliyor; bedende terbiye oluyor; sonra çıkıp onun huzuruna gidecek; o da onu yargılayıp cehennemine atacak, ya da cennetine sokacak; işte bu yüzden biz o ruhla görüp işitiyoruz görüşü sembolik anlatımların yanlış deşifresinden doğan bir ham hayâlden başka bir şey değildir!.

“Görme” dediğimiz olayın aslı ve hakikatı ne?

Şu gördüğümüzü az çok herkes görüyor, ne olduğunu bilmese de görüyor da hele hele “rüya”dediğimiz olay rüyada ruhbedenden çıkıp bir yerlere mi gidiyor, bir yerleri mi görüyor?

Genel anlatım içinde söylenen; gece uykuda ruhun serbest kalması, bir yerlere gitmesi-bir olayları görmesi, özellikle kişinin bilmediği yerleri rüyasında görmesi diye anlatılan bir olay var.

Şimdi bizim anlatımımızda ruhun beyin tarafından üretilen dalgalardan meydana geldiği konusu işleniyor. Ayrıca rüyanın dışında Telepati diye bir olay da biliyoruz ve telepatinin iki beyin arasındaki karşılıklı gönderilen dalgalar olduğunu da biliyoruz. Yâni beynin belli dalgalar göndererek bir beyine ulaştığını, ona çeşitli mesajlar verdiğini biliyoruz fakat bu kopuk kopuk bildiğimiz hususları biraraya getirip bir sonuca varmayı genelde hiç düşünmüyoruz.

“Telepati” dediğimiz olayı gerçekleştiren beyin esasen bunun benzeri bir hususu hemen herkeste yaşamakta...

Beynin yaydığı radar dalgaları, uyuduğumuz zaman ruhbedenden ayrılıp bir yerlere gidip orada birşeyleri görüp veya birisi ile görüşüp gelmez!.

Bizim tesbitimize göre; beyin gündüz olduğu gibi gece uyku hâlinde de radar dalgalarını yaymaya devam eder ve gündüz beyin birçok kanaldan veri toplarken gece bu özellikle beş duyuya dayalı alanlar kapalı olduğu için yaydığı radar dalgalarının getirisini beynin görüntü merkezinde değerlendirerek sùretlendirir. “Bu ruh gitti de falanca ile görüştü “denen görüntüleri meydana getirir.

Dua; beynin yönlendirilmiş dalgaları olduğu gibi, rüyaların bir kısmı da beynin radar dalgalarının tesbit ettiği olaylardır.

“Rüya”lar; kâh sizin o ana kadar mevcut veri tabanınızdaki mânâların açığa çıkmasıdır yâni bilgisayarınızın harddiskindeki birtakım verilerin ekrana yansıması, görüntüsüdür, kâh da ekranınıza internet aracılığı ile gelen verilerin bilgisayarınızda işlenerek ekrana yansımasıdır.

İşte bu bilgisayara verilen internetten gelen veriler gibi beynin radar dalgalarıyla algıladığı bazı dış olaylar geçmişte ruhun bedenden ayrılıp bir yerlere gidip bir yerlerde görüşmesi veya o yerleri görmesi şeklinde değerlendirilmiştir.

Tabii bu geçmişte hiçbir şekilde izah edilmesi mümkün olmayan bir olaydır, bunu ancak bugünki şartlarda böylece açıklama imkânını bulabiliyoruz. Bilim ve teknoloji bu düzeye gelebildiği için telepatinin varlığını kabul eden her insan, beynin radar dalgalarını da doğal olarak kabullenmek zorundadır.

Beynin radar dalgalarının ve telepati dalgalarını kabul eden her insan güçlü bir kapasiteye sahip beyinli kişilerin geçmişin “Kerâmet” denen olaylarını yaşayabilmesinin de son derece doğal ve mâkul olduğunu rahatlıkla fark edebilirler.

Dışarıdan gelen veriler nasıl bilgisayarın harddiskine geçiyorsa daha sonra da bu harddiskten istenilenler ekrana yansıyorsa görünür hâle geliyorsa fakat bu bilgiler bilgisayarın içinde nasıl mevcut bilgi hâli ile değilde sadece 0-1 esasına dayalı iki tür kayıt ise; insan beyninde ve hücrelerinde de programlanmış veri tabanları vardır. Siz bunlardan hangisine yönelirseniz onlar sizin ekranınızda üst yapı şuurda meydana çıkar.

Önemli olan insanın kendi kapasitesini olabildiğince kullanabilmesini temin etmektir!

hf

BEYİNDEKİ GÖRÜNTÜ

NÖRONLARIN MEYDANA GETİRDİĞİ DALGALARIN

GİRİŞİMİ SONUCU HOLOGRAFİK ÖZELLİK GÖSTERMEKTEDİR

Holografın elde ediliş şekli şöyledir. Laser ışınını ikiye ayırdıktan sonra, yarısını direk görüntüsü alınacak cisme, oradan resim plakasına, diger yarısını da bir ayna yardımıyla, aynı resim plakasına aksettirdiğimizde holografik görüntüyü elde etmemizi sağlıyacak girişimleri elde etmiş oluruz. Bu plakaya yönlendirilecek bir laser ışını üç boyutlu görüntü elde etmemizi sağlar.

Bunun en önemli özelliği de resmin en küçük parçasından dahi aynı, tüm görüntünün elde edlmesidir.

Önceleri beyinde görüntünün bire bir oluştuğu varsayılıyordu; ama Pribram'ın araştırmalarına göre, görme merkezinin %98'i alınmış olan bir kedide görüntü aynen alınmakta idi.

Bunun üzerinde çalışarak, beyindeki görüntünün, nöronların meydana getirdiği dalgaların girişimi sonucu, holografik özellik gösterdiği açıklandı.

Beynin ömür boyunca 2.8x10 üssü 20 bitlik görüntü kaydetmesi gerektiği; bunun nasıl olabileceği araştırıldığında ise 2.5 cm2.lik holografik filmin 50 incil bilgisi kadar bilgi yüklenebildiği; burada önemli olanın filme verilen laser ışını açısı olduğu anlaşılmıştır.

Bu yönüyle konu incelendiğinde, çağrışım ve unutma gibi kavramları, laser ışınının doğru açıyı bulması veya bulamaması şeklinde açıklayabiliriz.

Bizlerde kızgınlık, aşk, nefret, açlık gibi hisler içseldir. Müzik sesi, güneşin ısısı, taze ekmek kokusu ise dışsaldır. Fakat beynimizin bunları nasıl ayırtettiği belirsizdir.. Yanıt ise ancak "hologram" olabilir!

Bir holografik görüntünün içinden elinizi geçirebilirsiniz, orada enerji veya başka birşey olduğunu gösteren herhangi bir ölçü aleti de geliştirilmemiştir. Aynen aynadaki görüntümüz gibi buna hayâli yapı (Phantom Limb) adı verilmiştir.

1960`larda George Von Bekesy vibratörle gözleri kapalı deneklerin dizleri üzerinde yaptığı deneylerde, titreşim sayısını değiştirdiğinde, titreşim kaynağının bir dizden diğerine atladığını, hattâ dizlerin arasında dahi titreşim kaynağının hissedildiğini buldu. Bu durumda dokunma duyusu olmayan yerlerde dahi duyumsal verilerin algılanabildiğini ispatladı.

Buradan da kolu veya bacağı olmayan kişilerin hissettikleri krampların, kasılmaların, kaşıntıların gerçekte var olan bir kaynaktan değil beyne kayıtlı girişim modellerinden olduğunu gösterdi

hf

“GÖRÜYORUZ” DİYE İFADE ETTİĞİMİZ

İKİ BOYUT VAR

Şu, “gördüklerimiz” konusunu bir ele alsak, ne dersiniz?.

Gördüklerimiz ne kadar gerçek?.

Ne kadar gerçekleri görüyoruz; göremediğimiz neler var, algıladığımız ve algılayamadığımız ne tür boyutlar söz konusu?..

Gördüğümüz” diye ifade ettiğimiz iki boyut var;

Birinci gördüğümüz boyut, şu yaşadığımız ortam… Burada birtakım şeyler görüyoruz.

İkinci gördüğümüz boyut;  “rüya âlemi”… Rüyada da bir şeyler görüyoruz.

Bu ikinin dışında bazıları da böyle ayakta dolaşırken, gezerken birşeyler görüyor ve onu da bilmiyoruz. Hiç öyle ayakta dolaşırken, gezerken ben hayâl meyâl bir şey görmedim!. Onun için o konuda bir şey diyemem, gördüklerini söylüyorlar!.

Bir de cinleri görüyorlar!. Ben bugüne kadar cinleri görmedim. Onun için o konuda da hiç bir şey söyleyemem!.

hf

GÖRME MERKEZİ

GÖRDÜĞÜNE DEĞİL; KENDİSİNE ULAŞAN

FREKANSLARA GÖRE KARAR VERİR

İlk defa 18. yüzyılda Fransız Fourıer herhangi bir modelin ne kadar kompleks olursa olsun basit dalgalarla ifade edilebileceğini ve bu formların orijinal modele dönüştürülebileceğini metamatik olarak ispatlamıştı.

Bunu tv kameralarının görüntüyü eloktromanyetik frekanslara, tv cihazının da bu frekansları tekrar görüntüye dönüştürmesi şeklinde örnekliyebiliriz. (Fourıer Transforms)

1960 ve 70`lerde birçok araştırmacı görme sisteminin, dalgaların saniyede ne kadar salınım yaptığını saptayan bir frekans analizörü gibi çalıştığını ispatladıklarını Pribram'a söylediler; ve beynin bu işlemde holografik işlev yaptığı görüşüne vardılar.

1976 da Berkeley'de, Russell ve Karen de Valois meseleyi keşfettiler.

Görme merkezi üzerinde yaptıkları çalışmalarda bazı hücrelerin yatay çizgilerin algılanmasında, diğer bazı hücrelerin de dikey çizgilerin algılanmasında devreye girdiklerini buldular; karakter algılayıcı dedikleri çok özel hücrelerin bizim göresel olarak algıladığımız dünyayı gösterdiğini belirttiler.

Deneyi ispatlamak için de Fourier denklemlerini kullanarak örnekleri dalga formlarına çevirdiler ve beyin hücrelerini kontrol ettiler. Buldukları, beyin hücrelerinin orijinal örneğe, değişik Fourier denklemlerine uygun tepki gösterdikleri idi.

Sonuç, beynin görüntüleri Fourier denklemine uygun olarak dalgalara çevirerek algıladığı oldu!

Bu deneyler bir çok ülkede tekrarlandı, beynin holograf olarak çalıştığı henüz tam olarak ispatlanamasa da, bu yolda yeterli kanıt sağlandı.

Böylece görme merkezinin, gördüğü değil; kendisine ulaşan frekanslara göre karar verdiği; ve buna göre de, diğer duyuların dahi araştırılması gerektiği ortaya çıktı!

hf

VERİ TABANIN  GELİŞMEMİŞSE

 YA DA YETERSİZSE, ARIZALIYSA,

GÖRDÜĞÜN DE ARIZALIDIR

Aynı şekilde göz açıkken gördüğün her şey de, aslında beyninde oluşan hayâller şeklindedir. Eğer gelen sinyalleri değerlendiren veri tabanın gelişmemiş ya da yetersizse; arızalıysa, gördüğün hayâl de ona göre arızalıdır, gerçeğe uygun değildir!. Bu da senin beyninde hayâl gördüğünün ispatıdır.

Birisi bakıyor, o şeyi orijinal olarak görüyor. Öteki bakıyor, görme bozukluğu var, görme bozukluğu nedeni ile o şeyi deforme olmuş bir şekilde görüyor!.

Niye öyle görüyor?..

Çünkü, görme cihazı arızalı!...

Arızalı araçtan beyne yanlış bilgi gidiyor. Yanlış bilgi gelince de beyin yanlış bilgiye göre bir değerlendirme yapıyor, yanlış bir hayâl oluşturuyor...

hf

HERKESİN GÖRDÜĞÜ VE

ALGILAMA SINIRLARI İÇİNDE KALANLAR

HARİCİNDE OLARAK “ALGILANAN” FAKAT

 “GÖRÜYORUM” DİYE ANLATILAN HERŞEY

TAMAMIYLE BİR BAŞKA BOYUTA AİT GÖRÜNTÜLERDİR!

Daha önceki bölümlerde anlatmaya çalıştık ki, "DİN", "KUR'ÂN" ve "CEBRAİL" gibi kelimelerle anlatılan kavramlar, GÖKTEN, GÖKTEKİ belli bir MEKÂNDA BULUNAN TANRININ YANINDAN YERYÜZÜNE inmemişlerdir!.

Geçmiş yüzyıllarda "BOYUT" ve "BOYUTSAL VARLIKLAR" kavramları insanlar tarafından bilinmediği için, olay sanki gökte cereyan ediyormuş gibi anlatılmıştır...

Buna açık bir misâl vermek gerekirse, Rasûlullah’ın başından geçen bir olayı ibret ve örnek olarak nakledebiliriz...

Hazreti Rasûl aleyhisselâm bir gün namaz kılarken önündeki duvarda cenneti ve cehennemi görüyor... Cennette gördüğü bazı şeylere âdeta elini uzatarak almak istiyor, buna mukabil cehenneme dair gördüğü şeyler ise onun geri kaçma hareketi yapmasına neden oluyor...

Kitabı genişletmemek için fazla detaya girmiyorum.. Burada konumuzla ilgili olan husus şu:

Görüldüğü ifade edilen, bu tür görüntülerin tümü de GÖKTE, YA DA YERYÜZÜNDE belirli bir MEKÂNDA olmayıp, tamamıyla bize GÖRE bir ÜST veya ALT BOYUTTA oluşmaktadır.

Kesin olarak bilelim ki...

Herkesin gördüğü ve herkesin algılama sınırları içinde kalan şeyler haricinde olarak “algılanan”, fakat “görüyorum” diye anlatılan her şey, tamamıyla bir başka boyuta ait görüntülerdir!.

hf

HİÇ KİMSE BİR DİĞERİYLE AYNI ŞEYİ GÖRMEZ…

HİÇ KİMSE AYNI ŞEYİ İKİ DEFA GÖRMEZ

Herkes, birbirine ve her şeye bakar; fakat, kimse, bir diğeriyle aynı şeyi görmez!. Herkes, aynı şeye bakar; fakat, aynı şeyi, mutlaka farklı görüp değerlendirir…

Herkes, her şeyi, dışarıda değil, hayâlinde görür; ve değerlendirmesini de, kendi veri tabanına göre yapar!.

Herkes, farklı şeyleri olduğu gibi, aynı şeyi dahi, ayrı zamanlarda, aynı şekilde değil, farklı şekilde algılayıp değerlendirir…

Hiç kimse, aynı şeyi, iki defa görmez ve iki defa aynı şekilde algılayamaz.

Herkes, her şeyi, kendi veri tabanına göre değerlendirdiği için de, her şey, değerini değerlendireninden alır!.

Herkes, kendi cehenneminde, ya da kendi cennetinde yaşar!.

 Tanrısından kurtulanın yaşamı ise, “ALLAH” adıyla işaret edilenin “HİÇ”lik mertebesidir “ALLAH” adıyla işaret edilen, “Bâkî”dir; uyarısını değerlendirenler, fâni düşünemeyecekleri gibi; “Allah” ahlâkıyla ahlâklanmış olanlar da, âlemlerin, hayâl çekirdeğinden oluşmuş bir dev ağaç olduğunun seyri içindedir.

Her an, her zerrede, yeni bir “şe`n”de olandır, “HU”; ve dahi bundan münezzehtir; ise, bunun sonuçları ne olabilir ve getirisi dahi neler olabilir?

Ya birilerinin dedikodusuyla ömür tüketenlerin yeri?

hf

CİNLER VE MELEKLER

 GÖRÜLEBİLİR Mİ?

Varlığın, mevcûdatın her boyutunda ve katmanında bilinçli varlıklar mevcuttur. .İnsanın dışında, cinlerin ve meleklerin sınıfları olarak!

Esasında, cinler de, insanlar gibi çok basit, sınırlı bir yapıdır birimsel özellikleri itibariyle!.

Yâni, nasıl insan bu dünyada yaşıyor, cinler de bizim güneş sistemi içinde var olan varlıklarsa...

Güneş sisteminin dışındaki sayısız yıldızlarda; güneş sisteminin içinde bulunduğu galakside, Samanyolu’ndaki sayısız yıldızlarda aklın almayacağı kadar sayısız varlıklar var...

Bunları "görmek" denen olay ise, bizim hayâlimizde olur!.

Yâni insanlar tasavvurlarına göre, hayâllerinde onları şekillenmiş olarak görürler!.

Kim, "ben cini gördüm, meleği gördüm" derse, bu gördüğü varlığın orijinali değil, "kendi hayâlinde oluşan görüntüsü"dür!..

Zaten, gerçeği itibariyle, biz bir insan olarak, hiç bir zaman karşımızdaki kişiyi değil, o kişinin beynimizdeki hayâlini görürüz!.

hf

GÖZDEN BEYNE GELEN MESAJLARLA DEĞİL,

BEYNİN DİREKT ALGILADIĞI DALGALARLA

BAZI VARLIKLARIN GÖRÜLEBİLMESİ

İster “uzaylı” deyin, ister “cin” deyin, ister başka bir adla anın, sonuçta, normal gözle bakanların göremediği, ancak bir kısım insanların gördüklerini iddia ettikleri, bazı varlıklar vardır, farklı bir boyutta yaşamakta olan!. Bunlar, gözden beyine giden mesajlarla değil, beynin direkt olarak algıladığı bir kısım dalgalar ile o kişiye “görülür”(?) olmaktadırlar.

Bir kısım beyinlerin algıladığı bu dalgalar, aynı zamanda bizim “ruh” adıyla bildiğimiz, ölüm sonrası bedenimizi de meydana getiren dalga türüdür.

İnsan beyninin ürettiği bu dalgalardan oluşan bazı “velî” “ruh”ları yani ölüm ötesi yaşam bedenleri de, diğer boyut canlıları gibi, ölüm ötesi yaşam boyutundan, bu dünyadaki bazı kişilere benzer türden dalgalar yollayarak, görünebilir…

Nitekim, ölümünden üç gün sonra inananlarına görünen Hz. İsa aleyhisselâm ile, Hızır aleyhisselâm dahi, bu yoldan görülmüşlerdir.

Ne var ki, normal gözün göremediği bu tür dalgaları algılayarak, “gören(?)” insanlar, çoğu zaman yeterli veri altyapısı olmadığı için, “gördüğü” “cin” olmasına rağmen, oyuna gelerek “veli” gördüğünü sanır.

hf

ÂHİR ZAMANDA BÜTÜN İNSANLAR
CİNLERİ AÇIK SEÇİK GÖREBİLECEK

Meleği veya cini görüyorum diyenlerin, görme olayı da şu:

O varlığı, karşısında olarak gözüyle görmüyor!.

Beynin sadece beş duyuyla çalıştığını öğrenmişiz ve her şeyi bundan ibaret sanıyoruz.. Yani, görme, işitme, koklama, tad alma, dokunma... Sonra bir de 6. duyu diye bir şey kabul etmişiz; ama onun da ne olduğundan habersiziz..

Oysa beynin, bunun dışında sayısız algılama sistemleri var!. Tıb, henüz bunu çözemedi... Çünkü tıp, beynin mikrodalga faaliyetleri alanına giremedi!.

2000`li yıllara girerken, insanlığın önündeki en büyük bilinmez, insan beynidir!.

Eğer batı dünyası, trilyonlarca doları, uzaya gitme yerine, beyini çözme yolunda kullanabilseydi, bugün insanlık hayâl edemeyeceğiniz güçlere ve özelliklere kavuşmuştu. Fakat, ne yazık ki, beyin araştırmalarına, beyinin dalgasal faaliyetlerine yeterli önem ve harcama yapılmadığı için; dışa dönük olarak, bu para değerlendirildiği için, insan beynindeki o fevkâlâde muazzam güçler henüz keşfedilemedi..

Zira bunun keşfolması için önce beynin dalgasal faaliyetlerinin ve bu dalga boylarını çözecek bir cihazın icadedilmesi zorunlu!..

Sonra da dalgaboylarının anlamını çözebilecek bir cihaz gerekli!.

Ki, bu dalga boylarının deşifresine dayanılarak beyindeki sırlar, beynin ürettiği dalgalar ve de ruh dediğimiz ışınsal beden gerçeği çözülebilsin.

Bu arada, bu konuda önemli bir olay söz konusu!.

Bir açıklamasında Rasûlullah aleyhisselâm diyor ki:

"Âhir zamanda cinler, yer yüzünde açık seçik bütün insanlara görünecek!."

Bu, ya insanların beyninin, cinlerin dalga boyuna açık olması sebebi ile gerçekleşecek. Veya belli bir araç geliştirilecek ve bu araç vasıtasıyla... Mesela, TV gibi bir araç oluşacak, bu araç vasıtasıyla cinlerin varlıkları bütün insanlar tarafından görülebilecek...

hf

YENİ DOĞAN ÇOCUK NEDEN GÖREMEZ?

Beyin, veri birikimi ile belli bir kapasiteye ulaşır.

Sen anandan doğduğun zaman, beynin, sadece genetik ve astrolojik verilerle oluşan veri tabanına tâbi idi. Dünyaya geldiğin andan itibaren sürekli şekilde yeni veriler yükleniyor.

Yeni doğan çocuk ilk anda bir çok şeyi göremiyor, göz de değerlendiremiyor.

Niçin?.

Değerlendiremiyor” ne demek?..

Beyinde, onu değerlendirecek belli bir veri birikimi yok demek!. Çünkü ancak, beyinde mevcut olan şeyi açığa çıkartıyorsun; beyin veri tabanında var olan kadarıyla kendindekini deşifre edebiliyorsun. Yani, genetik ve astrolojik etkilerden kaynaklanan bir tabanın, özelliklerin, ham madden var. Bu özellikler, kendi kendine açığa çıkmaz!. Giren yeni veriler istikametinde bunlar açığa çıkar. Bir örnek verelim..

Meselâ: Güzeli seçme ve güzele yönelme..

Güzeli seçme ve güzele yönelme, beyindeki bir özellikten meydana gelir. Genetik özellikten veya beyinde astrolojik olarak Venüs tesirlerinin kuvvetli olmasından meydana gelir. Venüs tesirlerinden meydana gelen veya genetikten gelen bu, güzeli seçme özelliği, İran`daki bir insanda başka türlü, Amerika`daki bir insanda ise başka türlü bir gelişme gösterir, Afrika`dakinde ise daha başka.. Yani, güzeli seçme duygusu ve arzusu başkadır, güzeli bulma olayı başkadır.. Veriye göre değişir. Temelde, baz olan özellikler genetik ve astrolojik tabanda vardır. Bunun açığa çıkması, daha sonraki, dıştan alınan verilere bağlı olarak meydana gelir kişide..

hf

GÖREN İLE

GÖRMEYEN GÖZ ARASINDAKİ FARK

(Soru : "Kırmızıyı, bir renk körü, başka bir renk olarak algılıyor." Neden?..)

Beyinlerde de fark var aslında..

Bakın!.  Hem fark yok diyorum, hem var diyorum. Neye göre fark yok?.

Temelde, ham madde olarak iki beyin de aynı. Fakat, körün beyninde gözün geçirdiği o frekanslar gerekli açılımı yapmadığı için gören kişinin beyniyle körün beyni arasında açılım yönünden fark var. Yani, beyne ulaşan veriler yönünden, beyinler arasında farklılıklar var.

hf

GÖZÜYLE YAŞAYAN...

Özünü bilmeyen, gözünün gam ve kasâvetini yaşar.

 

Gördüğünü tanıyamayan, gözüyle yaşayandır!.

hf

GÖZ ODUR Kİ...

Göz odur ki, insanı hidâyete erdire!.

hf

ÂHİRETİ, SEMÂYI, MELEKLERİ, FÂTIR’I,

RABBİMİZİ, “ALLAH“ İSMİYLE İŞARET EDİLENİ...

“SONRA” MI GÖRECEĞİZ?!

Namaza durduktan sonra Allah’ın huzuruna çıkacağız!?

Öldükten sonra; kâbir âleminden sonra mahşerde Rabbimizi göreceğiz!?

Dünyadan sonra âhireti göreceğiz!?

Nasıl bir kelime bu sonra ki, bizi alıp alıp bir yerlere götürüyor!?

Ve bizler, Sistem içinde pek çok önemli konuyu, “sonra kavramı yüzünden, ötelerde hayâl balonu içinde aramaya başlıyoruz!

SONRA” kavramı yüzünden neler gelecek başımıza!?

Semâ” kelimesini Kurân‘da geçtiği yerlerde, nasıl yukarıda dünyanın üstündeki “Gök” diye anlayarak; melekleri de uzaya oturttuysak!!!

Nasıl ki “Allah” adıyla işaret edileni, gökte bir yerde yaşayan; oradan bizi seyredip zaman zamanda yanındaki melekler aracılığıyla yaşamımıza müdahale eden bir tanrı diye kabullendiysek!!!

SONRA” kelimesini de, “Sistem”i (Din’i) anlamada kullanırken; zamana dönük anlamıyla değerlendirerek anlıyoruz... Yedikten sonra su içmek, gibi...

Oysa, Dinsel kavramlar içinde “sonra” kelimesini üstten sonraki alt boyut olarak algılasak...

Beden boyutunu dünya (dış-üst boyut), âhiret boyutunu şuur (alt-iç boyut) olarak algılasak...?

Şuurda rabbini görmeyi, âhırette rabbini görmek olarak değerlendirip bunun anlamını farketsek....

Yaratılanın ortadan kalktıktan “sonra”, yalnızca yaratanın kalacağının; mânâsını anlasak... (“Her şey helâk olur vechi rabbin Baki’dir”in nerelerde, ne zaman, nelerden “sonra oluşacağının; ne demek olduğunu farkedebilsek...

Allah dilediğini yapar” uyarısının, “tanrı dilediğini yapar” anlamına gelmediğini farkedebilsek...

Fâtır’ın, uzayda mı, nerede; fıtratın neresinde olduğunu görebilsek!

Ben” öldükten “SONRA” başıma neler geleceğine yakîn elde edebilsek!

“Kıyâmetten “sonra” her şeyin ölüp(?), Rasûllerin baygınlık geçirip, Hz. Muhammed aleyhisselâmın dahi arşın direğine sarılıp yarı kendinden geçik bir halde bulunacağı” meâlindeki hadisin neyi anlatmak istediğini farkedebilsek..?

Kısacası pek çok “sonra”nın; bu kelimenin “boyutsallık” anlamına kullanılmasıyla oluşacak yeni bakış açısında; anlamını yeniden değerlendirmeye tâbi tutabilsek...?

Acaba neler olurdu?

Nasıl bir dünya ve âhiret anlayışı karşımıza çıkardı?

Nasıl bir dünya ve kabir âlemi anlayışı önümüze açılırdı?

Nasıl bir Cennet ve Cehennem kavramı önümüzde sergilenirdi?

Allah” adıyla işaret edileni, nelerden “sonra” nerede ve nasıl görebileceğimizi farkederdik!

hf

ALLAH’I GÖRMEK

"ÖZ"de mi "BİR"iz; "göz"de mi "BİR"iz.?

hf

“ALLAH” IN GÖZLE GÖRÜLMESİ

MÜMKÜN DEĞİLDİR

Hazreti Rasûl aleyhisselâm meşhur hadîs'inde şöyle diyor:

"İlim Çin'de bile olsa, alınız!"

Burada bahsedilen "İlim", Hakikat ilmi'dir. Çünkü, insanın bütün geleceği bu ilmi elde etmesine bağlıdır!

İlim, esas itibariyle ikiye ayrılır;

Geçici yarar sağlayan ilim,

Ebedî yarar sağlayan ilim.

Mevcut, çokluk âlemine dair bütün ilimler, geçici yarar sağlayan ilimler sınıfındadır. Çünkü bir süre için, o varlığın yapısı dolayısı ile veya varoluş gayesi istikametinde faydalı olacak olan ilimdir.

Hakikat ilmine dair olan ilim ise asıl gerçek ilimdir. Herhangi bir konuya bağlanmadan sadece "ilim" kelimesiyle Hazreti Rasûlullah'ın bahsetmiş olduğu "ilim", hep "Hakikat ilmi”dir; ki, bu tüm mevcûdatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir.

Hakikat ilmi, gözle görülecek surî yâni şekli, maddesi olan bir nesne değildir. Dolayısıyla ister madde gözüyle, ister rüya şeklinde görülmesi sözkonusu olan bir şey değildir HAKİKAT ilmi!

Hakikat ilmi, gözle görülecek, yâni rü'yet edilecek bir şey olmaz ise; O yüce ilmin ZÂTI nasıl görülebilir ki?

İşte bu sebepledir ki, kim baş gözüyle veya rüya şeklinde Allah'ın görülebileceğinden söz ederse, bu kişi ilmin özünden mahrum olması sebebiyle konunun hakikatından mahrumdur.

Zîrâ “Allah” ismiyle işaret edilen, bir maddî yapı değildir! Dolayısıyla maddeye dayanan beş duyu ile anlaşılması da mümkün değildir!

Bu sebepledir ki, Allah isimli, sonsuz-sınırsız yüce varlığın gözle görülmesi mümkün değildir.

hf

“ALLAH’I GÖRDÜM” DERSEN EĞER…

O, SENİN KENDİ HAYÂLİNDE SANA AÇILAN

RABBINDIR!

YARATILANIN YARATANI GÖRMESİ MUHALDİR!

Esas itibariyle Allah’ı seyir, ilimden ibarettir.

Yâni; rü’yet, ilimdir!.

İlmin dışındaki bir rü’yet ise hayâle girer!. Tahayyül sùretiyledir!. Çünkü görme mânâsındaki bir rü’yet ancak bir ilâh için, yaratılmış bir ilâh için söz konusu olur!

Yaratılmış ilâh olmaz!.

Yaratılmış ilâh olmazsa, yaratılmamışın görülmesi zaten mümkün olmaz!.

İnsan yaratılmıştır, bunu daha evvel konuştuk... Yâni, belli isimlerin mânâsının âşikâre çıkışıyla varolan varlık, bu yönüyle yaratılmıştır!. Yaratılanın yaratanı ihâta etmesi, görebilmesi zaten muhaldir!.

Ancak Allah kendisi, kendisini görür!. Ne anda, hangi anda sen “Allah’ı gördüm”, “Allah’ı duydum” dersin, o senin kendi hayâlinde sana açılan Rabbındır!.

Öyle ise, ”Allah’a vâsıl olmaktan” mânâ, Allah’ın ilmini, ”sen” adı altında izhârından başka bir şey değildir!.

hf

GÖRÜLEN HERŞEY

İLMİ ALGILAYICILARIN DEŞİFRE ETTİĞİ

EVRENSEL İLİM SURETLERİDİR

(“ALLAH İSİMLERİ”NİN

SURETE BÜRÜNMÜŞ HÂLİDİR)

Bütün tarikatın gerçek gayesini anlamış kişilerin tek hedefi "rü'yet-i ilâhî"dir!

Orijini itibariyle kâinat, ilimden ibarettir!

Gerçekte, görülen hiç bir şey, görüldüğü üzere mevcut olmayıp; evrensel ilim sûretleri ve bu ilim suretlerini deşifre eden ilmî algılayıcılar mevcuttur!

İlmî algılayıcılar dahi ilim kapasitelerini genişlettikleri ölçüde, "Muhît"e yaklaşırlar... Ve sonuçta Bâkî olan TEK, İLİM kalır!

hf

Esas itibariyle, her şey yâni her görüntü, Allahû Teâlâ'nın çeşitli isimlerinin mânâlarının bir sûrete bürünmüş hâlidir. Hattâ daha gerçeğiyle; biz o mânâları, beynimizdeki özel algılama sistemi ile, görüntüler, sûretler şeklinde algılarız.

Evet, konunun en can alıcı noktası burasıdır.

Gerçekte, evrende mevcut her şey, bizim bir altımızdaki boyutta dalga yâni ışınsal yapı hâlindedir.

Nasıl televizyon dalgaları dediğimiz şey gerçekte bir tür, belirli frekanstaki dalgalardır ama bünyesinde ses ve görüntü barındırmaktadır. Televizyon kendisinin özel yapısı dolayısıyla, bu dalgaların içinde bulunan mânâları ekranda bir görüntü şeklinde tarafımızdan algılanmaktadır.

Aynı şekilde, evrende mevcut, her biri de belirli anlam taşıyan dalgaların bir kısmı gözbebeğimizin algılama sınırları içinde kaldığı için beynimize transfer edilmekte ve böylece de bunlar beyinde deşifre edilerek sanki görüntüsel varlıklarmış gibi tarafımızdan algılanmaktadır.

Yâni, bize, beyin özelliğimiz dolayısı ile varmış gibi gelen görüntüler aslında “ilmi şifreler”dir.

İş böyle olunca, anlaşılmaktadır ki, gerçekte her şey bir ilimdir ve bütün ilimlerin özü, aslı, orijini, hakikatı da "ALLAH İLMİ” dir!

hf

ZÂHİR VE BÂTIN GÖZÜ

Sınırlı müşahedede, müşahede edilecek mahalde verilecek isim, "halk" ismi olur. Sınırsız müşahede söz konusu ise, bu defa müşahede edilene verilecek isim "Hak" olur. Zâhir gözüyle, "Hak"kı görmek muhaldir! Çünkü zâhir gözü, mutlak olarak sınırlı görür! Zâhir gözü mutlak olarak sınırlı gördüğü için, zâhir gözüyle gördüğüne "Hak" diyemezsin, "halk" demek mecburiyetindesin!.. Çünkü, sınırlı olarak müşahede ettiğin her şey terkiptir ve "halk" ismine bağlanır!..

Allah'ı, ancak bâtın gözü ile müşahede edebilirsin. Bâtın gözü ile müşahede edebilirsin derken, ne demek istediğim anlaşıldı mı?

Zâhir isminin de mânâsı, Bâtın isminin de mânâsı Allah'a aittir!.. Fakat Allah'ı zâhirde görüyorum diyemezsin! Çünkü zâhir dediğin âlem, kısıtlılık âlemidir! Neye göre?.. Senin görme boyutuna, görme işlevini yapan nesnene göre!.. Çünkü görme dediğin fiil, göz aracına bağlı değil mi; beyne bağlı değil mi?

Dolayısıyla, bu mahaller de, Hakkın zâhir ismi yönünden, her ne kadar Hak ise de; nihâyet belli bir terkip, belli bir kâbiliyet ile kayıtlıdır. Kayıtlı varlık, kayıtsız varlığı göremez!.. Kayıtlı varlık kayıtlı varlığı görebilir!

Kayıtlı varlığın, kayıtlı varlığı müşahedesi dolayısıyla da ben "Allah'ı görüyorum" diyemezsin! "Ben Allah'taki mânâlardan meydana gelen âlemi müşahede ediyorum" diyebilirsin!

hf

HAKİKİ GÖRME,

İDRAKTIR; İLİMDİR!

Allah’ı neyle seyredebilirsin, Allah’ı neyle görebilirsin?

“Allah’ı görmek” denen şey nedir?

Allah’ı görme, bir kere senin anladığın, benim anladığım mânâda "görme" fiili değildir! “Allah'ı görmek” denen şey, "görme" fiili değildir!

Çünkü, “Allah'ı görüyorum” dediğin zaman; Allah isminin mânâsı; daha ilk sohbetlerimizde konuştuk ki, zâtı, sıfatı, isimleri ve efâliyle tüm kâinat bunun içine girer!  Ve bu kâinatın esmâsı, sıfatı ve zâtını da ihâta etmesi şart!

Böyle bir varlık!

Halbuki, sendeki görme hâli, "görüyorum" dediğin hâl, eğer fiil mertebesindeki göz dediğimiz noktayı da kaldırırsak ortadan, bir idrâktır... Bir ilimdir!

Şimdi buradan ince bir noktaya daha kayıyoruz...

Gözle görüyorum dediğin şey, bir hayâlden başka bir şey değildir!

Hakiki görme, idrâktır, ilimdir!

Bunun basit bir misâlini verelim;

Televizyona bakıyoruz, ekranda çeşitli insanlar veya çeşitli nesneler görüyoruz...

Ekranda gördüğümüz şeyler gerçek midir, değil midir?

Ekranda gördüğümüz şeyler görünüşü itibariyle gerçektir, aslında öyle bir şey o anda ekranın üstünde var mı?

Yok!

Görüntü var ve o görüntü, bir başka görüntünün buraya ulaşmasıdır… Yerinde mevcut! İşin o tarafını bırakalım. Gördüğümüz üzerine gidelim...

Şimdi bizim “görüyorum” hükmünü verdiğimiz, “görüyoruz” dediğimiz şey, gözün aldığı ışıkları göz sinirleri dediğimiz sinirler vasıtasıyla beyne ulaştırmasıdır.

Beyne görüntü ulaşmaz, beyne bir elektrik mesajı bir bioelektrik impuls ulaşır.

Beyin bu mesajı çözer ve mânâsını ya anlayabilir ki; gördüğünü anlayabilmesi için daha evvel kendisinde o konuda bir bilgi olması gerekir. Aksi takdirde mânâsını anlayamaz. Bir görüntü var der, fakat görüntünün mânâsını anlayamaz.

İşte beyinde oluşan ve neticede dolayısıyla Ruha da yansıyan, mânâdır. Bilfiil görüntü değildir! Dolayısıyla, bir şey değildir!

Temelde, 5 duyuya göre madde var kabul edilir ise de; aslında madde 5 duyuya yâni kesitsel algılama araçlarının kapasitesine göre vardır. Dar bir değerlendirme skalasına göre, madde vardır!

Eğer geniş açıdan bakarsak, geniş bir skala ile bakarsak, geniş bir değerlendirme mekanizmasıyla bakarsak, "madde" diye bir şey yoktur.

Sen, bugün, gözünün kesitsel kapasitesi dolayısıyla evleri, binaları, dağları v.s. görüyorsun. Eğer bundan çok daha hassas bir göze sahip olsaydın, o zaman uzaydaki yıldızları seyrettiğin, aralarındaki boşlukları gördüğün gibi; bu defa atomları görecektin, içindeki boşluklarını görecektin; ve senin hissiyatını da o gördüklerin etkileyecekti! Ve o gördüklerine göre hüküm verip, değerlendirme yapmak durumuna gidecektin!

Öyleyse, âlemlerde mevcut olan şeyler, hakîkatı ve aslı itibariyle sadece ve sadece mânâlardır! Çeşitli ilâhî isimlerin manâlarıdır!

Bu mânâların değişik terkibler almasının sonucunda oluşmuş olan dar skalalar, yâni maddesel görüntüyü meydana getiren görüntü araçları, ancak ve ancak "İnsan" adıyla anılan varlığın, kendi aslını ve hakikatını anlamasına ve hakiki varlığın özelliklerini seyretmesine vesile olması amacıyla yaratılmış örnekleme nesnelerdir.Yâni, gördüğünü değerlendir ve gördüğüne nisbetle daha neler olabileceğini düşün, tefekkür et ve buradan da kendini tanıma yoluna git denmektedir!

Kendini, derken hakiki mânâda kendini demek istiyoruz!

Evvelâ Rabbını tanı; kendin kabul ettiğin varlığının mâhiyetini anla; ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini, aslının ve hakikatının ne olduğunu idrâk et. Buradan da külli mânâda kendini bulma ve tanıma yoluna git! Ama mesele bu söylendiği kadar basit değil… Bunun için gerçekten kişinin kendini vermesi lâzım!

Gerçekten kendisi için en değerli şeyin, bu konu olması lâzım! Sırf bu için var olması lâzım!

Niye?

Çünkü bu varlık, tek bir mekanizma ve her dişli, kendi kanununa tâbi! Zanna ve hayâle yer yok bu mekanizmada!

Mekanizma dişlilerden, dişlilerden, dişlilerden oluşuyor! Arada bir tek hayâlî dişli yok! Hepsi birbirine bağlı, birbirinin başını ve sonunu meydana getiriyor!

Mutlak olarak senden ne çıkarsa, o çıkanın bir sonraki neticesi gene dönüp sana gelecek!

hf

RÜYALAR,

ÇEŞİTLİ MÂNÂLARIN SURETLERE BÜRÜNEREK

BİZE GÖRÜNMESİ HÂLİDİR

Bu arada bazı bilgi sahiplerinin aklına takılabilecek şu soru olabilir;

Gerek Hazreti Rasûlullah ve gerekse Evliyaûllah'ın önde gelenlerinden bazı zevâtın rüyalarında, Allah'ı bir insan sûretinde gördüklerine dair nakiller mevcuttur. Bunlar elbette ki yalan değildir. Ancak rüyanın ne olduğunu iyi bilmek gerekir.

Rüyalar, çeşitli mânâların, o mânâlara uygun sûretlere bürünerek bize görünmesi hâlidir.

hf

NİÇİN “TEK”İ “ÇOK “ GÖRÜYORUZ?

FÂTIR, beyinlerimizi, "TEK"i çok olarak algılayacak bir özellikle yarattığı içindir ki biz "TEK"i ‘’çok’’ görmeye sonsuz dek devam edeceğiz!.

hf

GÖZ’ÜN VERİLERİ BEYİNDE

“ÇOKLUK” OLARAK DEĞERLENDİRİLİR

VE BİRÇOK NESNELER VARMIŞ ZANNI OLUŞUR

Bakın...

Diyor ki: “O Allah, bölünmez, parçalanmaz, cüzlere ayrılmaz, sonsuz ve sınırsız Tek’tir! Ne O birşeyden meydana gelmiştir; O’nu meydana getirecek ikinci birşey vardır... Ne de O’ndan meydana gelebilen ikinci bir varlık vardır!”

Çünkü O, sonsuz ve sınırsız Tek’tir!

O’nun bir yerde bitmesi gerekir ki O’ndan bittiği yerde ikinci bir varlık meydana gelsin; ikinci bir varlık oluşsun!

O’nun bittiği bir yer yok ki ikinci bir varlık meydana gelsin!

Öyleyse varolan, sadece ve sadece o TEK’tir!

Peki... GERÇEK, sonsuz ve sınırsız bölünmez ve parçalanmaz kendisine birşeyin girmesi veya çıkması mümkün olmayan TEK ise, tek gerçek varlık O ise.... Ve O’na geçmişte “ALLAH” ismi konmuş ve biz O’nu “Allah” ismiyle tanıyor isek... Nereden çıktı bu çokluk görüntüsü, nereden çıkıyor bu bir yığın varlıklar?...

Ben-sen-o, biz-siz-onlar?..

İşte burada anlamamız gereken şey; gözün verilerinin, beyinde “çokluk” olarak değerlendirilmesi!

Gözün verdiği veriler bizde birçok varlıklar nesneler varmış zannını oluşturuyor!.

Sade göz değil, 5 duyu!

 Dokunma, koklama, duyma, işitme, görme, tadını değerlendirme dediğimiz duygular bizde bu algılara tekâbül eden varlıkların varlığını kabul etme hâlini doğruyor ve bu vehimle de biz pekçok saysız varlık varmış gibi onlara göre yaşayarak kendi gerçeklik âlemimizden bihaber yaşıyoruz.

Sizin gözünüzün algılama kapasitesi dışında kalan şeylere siz “YOK” diyorsunuz!

Dokunma duygunuzun dışında olan şeylere “YOK” diyorsunuz..

İşitme sınırlarınız dışnda kalan şeylere “YOK” diyorsunuz...

Oysa...

İşitemediğiniz milyarlar ve milyarlarca ses var!

Göremediğiniz milyarlarca ve milyarlarca varlık var!.

Tutamadığınız milyarlarca ve milyarlarca varlık var!.

Ama bunların varlığını tesbit edebilecek algılama aracından mahrumuz!

Beyin ne düzeyde gelişme gösterirse, o düzeyde algılama aracına algılama frekansına sahip olur ve o frekansa tekâbül eden varlıkların varlığına da şehâdet eder!

Senin benim göremediğimiz şeyleri o beyin görür ve “VAR” der!

Ama biz “YOK” deriz…

Niye?

Beyin kapasitesinin sınırlarından dolayı!

Beynimizi 5 duyu ile bloke olmuş halden arındırıp, bu blokajı kırıp, beynimizdeki kullanılır kapasiteyi %5den, %10 dan 20 ye, 30a 40a 50e 60a çıkartıp gerçekleri görebilirsek, o zaman diyeceğiz ki;

 Gerçek âlem, gerçek dünya, gerçek yaşam, varlık âlemi bambaşka bir âlemdir!.

“O zaman yer başka bir yerdir, gök bambaşka bir gök!” âyeti tecelli eder. Ve herşey bambaşka bir âleme tahavvül eder!

fhfh