AHMED HULÛSİ’DE
KAVRAMLAR
AV. ASUMAN
BAYRAKÇI
Yayınlarımızın Telif Hakkı Yoktur. Sitemizdeki
tüm bilgiler, Hz. MUHAMMED'in (aleyhisselâm)
bildirip açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edilenin
hakikatinin ne olduğunun öğrenilmesi ve "DİN" denilen yaşam
sisteminin bu vizyonla değerlendirilebilmesi için,
tüm insanlarla karşılıksız paylaşılmak üzere hazırlanmıştır. Tüm
yayınlarımızı ücresiz okur; dinler, bilgisayarınıza
indirebilir, çoğaltabilir; YAZAR ve KAYNAK BELİRTMEK ŞARTIYLA her
yoldan bütün çevrenizle paylaşabilirsiniz. Allah ilmine karşılık alınmaz.
Prensibimiz maddî ya da manevî karşılıksız paylaşımdır. |
“HÂŞİAN”
ALLAH İNDİNDE HERŞEYİN
“HİÇ”DEN GELİP “HİÇ”E GİTTİĞİNİ
BÜTÜN HÜCRLERİNDE YAŞARSAN,
“HÂŞİAN”DAN OLURSUN
Allah’ın resûlünü övüşü, o resulün dilinden o resulün zâtından gelen
bir şekilde zâtından övgü onun dilinden bizlere ulaşmıştır.
Musa KELİMULLAH
İbrahim HALİLULLAH
İsa RUHULLAH
Hz.Muhammed RASULULLAH’tır.
Rasûlullah, hepsini içine alır.
Her varlık onunla
daim ve kaim bir varlıktır. Velâkin tüm sonsuzluk, bu evren, O’nun esmâlarından meydana gelmiştir.
Allah’a secde
etmek önemlidir.
Sürekli ibadetle
beraber Allah’ın sonsuz sınırsız azâmeti karşısında
algılayabildiğimiz tüm varlığın yanında bir hiç olduğunu müşahede edebilirsen,
SECDE etmiş olursun!
Hakikati itibariyle onun yüceliğni
anlatmak çok güçtür. Senin kendi benliğini bilişinde yani sonsuzun sonlu
tarafından ifadesi mümkün değildir.
Tevhid-i efal, tevhid-i esmâ, tevhid-i
sıfat, tevhid-i Zât.
Herşey HİÇ’ten
geldi… HİÇ’e gidiyor!
İşte bunu Allah
indinde bütün hücrelerinde yaşarsan, sen “HÂŞİAN”dan
olursun.
Onlar namazlarında
haşyet içindedirler.
Ermiş olanlar,
“daimi namaz”dadırlar.
Huşû, daimi namaz ile sonuçlanır.
hf
“İÇİNİZDE
ALLAH’I EN ÇOK BİLENİNİZ BENİM
VE EN ÇOK KORKAN DA(HAŞYET DUYAN DA)
BENİM!”
“Korku” kelimesi ile oluşturulan,
kuru bir duygu mu yoksa var olan ve karşılaşılacak olan birtakım olaylar var ve
bu olaylarla karşılaşmamak için tedbir almanın zarûretini
belirtmek bâbında mı kullanılıyor?
"Allah'tan ancak âlim olanlarınız korkar"
âyetiyle anlatılan nokta, ilmi olmayanın
Allah'tan korkmayacağını, açıklıyor demektir.
Demek ki, ancak,
belli bir ilim sahibi, Allah'tan korkar, bilinçli olarak!.
Ve nitekim Hz. Rasûlullah aleyhisselâm
ne diyor?..
"İçinizde en çok Allah'ı bilen benim ve en çok korkan da benim"!.
Allah ismi ile
işaret edilen evrensel ve ötesi, münezzeh varlığı, bir "TANRI" gibi
düşünmek şirktir!.
Böyle düşünemiyeceğimize göre; biz Allah’ın eserlerini
düşüneceğiz; yani ef’âl mertebesindeki oluşu!.
Demek ki ef’âl mertebesinde istikbalde öyle karşılaşılacak olaylar
söz konusu ki, bu olaylar bir mekanizma gibi gelişecektir.
"ŞÜPHESİZ Kİ ALLAH KANUNLARINDA DEĞİŞİKLİK OLMAZ"
âyetinde
belirtildiği üzere, tabii olarak otomatik olarak çalışan bir mekanizma!.
Geleceğe dönük
olayların nelere sebep olacağını idrâk edersen, kendinin o olaylara, sanki akan
bir bandın üstüne bağlanmışın da, ilerdeki testereye geldiğin zaman ortadan
biçileceksin!.
İşte böylesine bir
âkibet var ve böylesine bir âkibete,
akışa karşılık, seni en çok seven kişi olan Allah Rasûlü;
sanki şöyle uyarıyor seni.
-Çok tehlikeli olaylara karşılaşacağın bir noktaya doğru sürükleniyorsun,
ne olursun bu tedbirleri al!. Şu dünya oyun,
eğlencesine aldanma!. Çevrendekilerle lâklâkla,
dedikodu ile vakit geçirme; kendi iplerini kopar, bu bantın
üstünden ayrıl, bu testere seni kesmesin!.’
-Şüphesiz dünya hayatı bir oyun ve bir
eğlenceden başka bir şey değildir. Şüphesiz malın, evlâtların vs. senin için
birer fitnedir.’
-Bunlara kanıp da ömrünü boşa zâyi etme!. Bu
noktaya gidiyorsun!. Karşılaşacağın olaylar böylesine
mutlak, kesin ve acımasızdır!. Öyle ise bunlarla
karşılaşmadan evvel tedbirini dünyada iken al!. Başka
yapacak bir şey yok. O günde evlât anadan, karı kocadan kaçar".
Eğer inanıyorsak
Hz. Muhammed’in gerçeği haber
verdiğine; bu söylediklerine kulak vermek mecburiyetindeyiz.
Ama bu
söylediklerine kulak vermek bizim şu anda yaşadığımız dünyadaki varlığımıza;
kabul ettiğimiz varlığımıza, terkibimize, tabiatımıza ters düşen
davranışlardır!
İlâhi emirler ve
yasaklar; bizim, tabiatımızdan huylarımızdan, alışkanlıklarımızdan,
şartlanmalarımızdan kopmayı öneriyor!.
Eğer konuştuğumuz
gibi tabiatımızdan, şartlanmalarımızdan, alışkanlıklarımızdan kopamadığımız
takdirde, bu mukadder âkibet bizi bekliyor.
Şurada, âni bir olay patlasa bile icâbında sağına soluna bakmadan
kaçıp kendini kurtarmaya bakıyorsun.
Bundan çok daha
dehşetli bir olay, şu hadislerde anlatılan âhiret
manzarasını düşünelim ve bunun çok daha hafifi olanı anlatalım.
Evet, öldüğün
andan itibaren, dünyadaki bütün alışkanlıklarının bütün bağlarının ıztırabını çekmeye başlıyorsun. Çünkü, zoraki olarak, onlar
senden uzaklaştırılmış!. Ve bu ızdırap
ne kadar devam ediyor?..
Ölçüsüz bir zaman!. Zaman diye bir şey hissedemiyorsun ki!.
Sana, karşılaştığın bu ızdırabı unutturacak ikinci
bir olay da yok!.
Dünyada sana ızdırap veren bir olay oluyor, arkasından başka bir olayla
karşılaşıyorsun ve onu unutabiliyorsun!. Öldükten
sonraki hayatta, onu sana unutturacak ikinci bir olay yok!.
Beden çürüdükten sonra, artık, tümüyle dağılıp gittikten sonra; sen bedenden de
koptun; eğer üst yaşama da geçemediysen, bir uyku hâli gibi bir hâl geliyor, uyuyakalıyorsunl.
Ya kâbus ya rüyâ! Ta ki kıyâmet kopana, haşir
olayı gerçekleşene kadar.
O andan itibaren, kıyâmet ile birlikte sanki dünyanın yuvarlak, şu kürelik
hali kaybolup gidiyor. Sanki, bir düz tepsi gibi
oluyor!
Ve burada, bütün
gelmiş geçmiş insanlar canlanıyor!. Kalabalığı
düşünün...
Ellibin kişinin, yüzbin
kişinin toplandığı, ikiyüzbin kişinin toplandığı bir
kalabalığı düşünün. Düşünün ki gelmiş geçmiş milyarlarla insan bir yerde
toplanmış ve o toplandığı mahâlde; cehennem melekler tarafından çekilerek
getirilir ve dünyanın etrafını sarar!.
Bütün o topluluğu
ve her taraftan saran cehennemin alevlerini düşün!.
Öyle bir alev dalgası ki, dünyayı su gibi eritecek olan bir alev!
-Herkes dünyada iken neye tapıyorsa onun
peşinden gitsin" deniyor!.
Orada herkes
taptığının peşine gidecek gayri ihtiyari!. O, zaten
onunla ünsiyet peydah etmiş!.
Herkes dünyada
iken kimi, neyi seviyorsa tabiî olarak orada onunla beraber!.
Ve kıldan ince,
kılıçtan keskin köprü üzerinden, milyonlarla insan akıp geçmeye başlayacak.
Kıldan ince kılıçtan keskin bir şeyin üzerinden milyonlarla insan nasıl geçer.
Bu anlatım o
geçilen mahallin ne kadar zorlu bir mahâl olduğunu anlatma, târif sadedinde bir
mecâzdir, teşbihtir, bir benzetmedir!.
Oradan geçiş gücü,
yani herkesin nuru, bu dünyadaki çalışmalarından meydana gelen enerjisi nisbetindedir.
- Yarabbi herkes geçti, ben niye en ağır kaldım? diyor.
- Senin amelin seni geri bıraktırdı! cevabını alıyor.
Senin bu dünyada
iken eksik olan amelin, ibadetin, tatbikat eksikliklerin, senin belli
ruhâniyeti, belli nuraniyeti elde etmene mani oluyor!.
Onun neticesinde
tabii olarak orada güneşi geçemiyorsun!. Kimsenin nuru
kimseye de fayda etmez.
Allah Rasûlü
yetiş bana, falanca veli yetiş bana!!!
Kimsenin nuru
kimseye fayda etmez!. Ve oradan, eksiklikleri kadar, nuraniyetinin, enerjisinin eksikliği kadar ceheneme giriyor!.
Ne kadar cehenneme
giriyor?..
Kendisindeki
tabiat hükmü ne kadar ağırsa, alışkanlıkları, bağları, duyguları ne kadar
ağırsa, çoksa, yoğunsa o kadar uzun süre orada yanıyor!.
Zira bizim zaman
ölçülerimizle alâkalı değil olay!. Kömür gibi oluyor
ceset!. Ancak abdest âzâları
namaz âzâları yanmıyor. Ve bu yaşam sayısız senelerle devam edip gidiyor!.
hf
HAŞYET
KİŞİYİ “HİÇLİĞE” GÖTÜRÜR
Haşyetin sonucu; o
âzâmet ve Kibriyâ önünde hiç olduğunu hissediştir.
hf
Allah’tan haşyet duymanın hâli kişiyi hiçliğe
götürür. Allah indinde bir hiç olduğunu farkeder.
Sonsuz-sınırsız kuvvet, kudret, ilim… O sonsuz,
sınırsız kuvvet, kudret, ilim içinde bir hiç olduğunu fark eder.
Bu hiçliğin, -bu hiçliğin yaşanması demiyorum- bu
hiçliğin fark edilmesiyle birlikte, kişi istiğfar eder.
“Estağfirullah” der demiyorum.
O sonsuz varlık yanında, indinde bir hiç olduğunu
fark eder.
İşte bu fark ediş, istiğfarıdır. Bu fark ediş,
istiğfarıdır kişinin.
hf
(Soru: “Onlar Allah’ı çok şiddetli
severler” şeklindeki âyet,
haşyete düşenler midir?)
Hayır!. Onlar, muhabbete işaret ediyor. “ebraru
azra” dır, onlar. Öteki ile
kıyasa gelmez.
Allah için hep bir
şeyler yaparız. Allah için bir şeyler yapma arzusu, şevkin, muhabbetin
neticesidir, aşkın neticesidir.
Bana göre, haşyet, aşkın üstündeki mertebedir.
“Eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, rahat rahat
yataklarınızda uyumaz, Allah Allah diyerek
çırılçıplak dağlara fırlardınız.” İfadesi Hz. Rasûlullah’ın
haşyetine işaret eder. Ve, kendisindeki o haşyeti dile
getiriştir.
“İçinizde Allah’ı en çok bilen benim. En çok korkan da benim” demesi de,
haşyete işarettir. Buradaki korku, haşyettir.
Korku, bildiğimiz
Allah’ın sopasından korkma değildir. Hadiste ona işaret ediyor.
Yer yüzünde, Hz. Muhammed’den daha iyi, daha yüksek
vahdet ehli olabilir mi?. Onun bahsettiği en yüce
durum işte, haşyettir. Ama, hayâlindeki “tanrı”na “Allah” etiketini
yapıştırıp ona, Allah diyenler, haşyetin ne olduğunu bilmezler. Onlara göre en
yüksek mertebe aşktır.
Muhabbet, temeli
ile ikilik ve şirktir. Ta ki, aşkın en son noktası ikiliği kaldırır. O noktaya
kadar hep ikiliktir, muhabbet!.
Zaten, haşyeti duyan kişide ikilik kalmaz!. Çünkü, Hiçlik noktasındadır.
hf
HAŞYET
BAKABİLLAH’IN SEYRİNDE OLUŞUR
(Soru: O zaman,
aşkta benlik var, diyebilir miyiz?.)
Benlikle başlar, nihâyeti benliğin kalkışıdır.
Aşk, fenâfillaha götürür.
Haşyet, Bakabillâhın seyrinde olan bir olaydır, hakkıyla olması için!.
hf
(Soru: Haşyet, Mardiye’de
mi hissedilir?)
Yok!. O zaman, kimse kalmaz ortada!. Mutmainne’de onun ilk hâlleri hissedilir, yaşanır. Râdiye’de kemâle erer. Mardiye’de tam haşyet yaşanır. Mardiye’de
ve Sâfiye’de belli olur.
(Soru: Bu haşyet duyulmaya başlandığında çok büyük
acılar da yaşanır mı?.)
Sen o haşyeti her
zaman duyamazsın zaten. O ancak, bir namazda iken ve kendini o konuda
yoğunlaştırdığında hissettiğin bir olaydır. Haşyet duymana rağmen beden
duruyor, varlığını sürdürüyor. Beden ortadan kalkmıyor ki!.
Beden ortadan kalkmadığı gibi, bedenin dünyası da yaşamını sürdürüyor.
hf
“HAŞYET”
SONSUZLUKTAKİ SONSUZ OLUŞLARI-KEMÂLÂTI
SEYR HÂLİDİR
“Bakâbillah”ta, Mardiye’de “İLİM Sıfatı”yla zâhir oldu mu, bu
zuhûr hâlinin, yaşam boyutudur “haşyet”! Bunun
ismi, senin anladığın ikilikteki kulun tanrısından duyduğu haşyet kavramıyla
isim benzerliği taşır sadece… Tıpkı, cennetteki “üzüm” ile burada bildiğimiz
“üzüm” arasındaki isim benzerliği gibi!
Sonsuzluktaki sonsuz oluşları, kemalâtı seyr hâlinin adıdır
gerçekte, “haşyet”; ki celâlin kemâlinden gelir!
Aşk ehli ise cemâlidir
celâlin!
Bebeleri,
“aşk”la emzirin ki, büyüyüp Allah’a ersinler!
hf
“ALLAH” İSMİNİN İŞARETİNİ KAVRAYANLAR
SONSUZ AZÂMET VE İHTİŞAMIN GETİRDİĞİ
HAŞYET İÇİNDE ŞAŞAKALDI!
Bkz. H / “Hakikat” / “ALLAH”
isminin işaretini kavrayanlar, bâtınlarındaki
hakikatı hakkıyla yaşayamama korkusu içinde
yaşadı.
hf
HAŞYETİ OLUŞTURAN
İLİMDİR!
Teslimiyeti, ‘’ idrâk’’; haşyeti , ‘’ilim’’
oluşturur.
hf
Dervişler, “aşk” peşinde koşar; kemâl
ehli ise “haşyet”i yaşar!
Avamın gözünde, en yüksek mertebedir “aşk”, ve de Mülhime!. Nereden bilsinler ondan yukarısını gariplerim… Evliyâ, zaten gizli, avam bilemez ki Mutmainne
ve yukarısını! “Mârifet”e ermek
içindir “aşk”, Mülhime’de yaşanır!
En kestirme yoldur “aşk”, Allah’a ermek için! Bir girdi mi insanın içine,
artık hiç bir şeyi görmez gözü insanın aşkına ermek için!.
Ne mal ne para ne evlat ne karı veya koca!. Tek amacı aşık olduğuyla BİR’leşmektir
insanın…
En güzel ikilik yaşamıdır o!
Allah’ın, “Aşk” ismi yoktur; “Mârifet” sıfatı, “irfan” vasfı olmadığı gibi; ama “İLİM” sıfatı vardır!
Allah’ın kendini târifi, “İLİM” iledir; “mârifet” ile değil!.
“Mârifet”, kulun Allah’a bakışındadır! “İLİM” ise “O”nun yarattıklarına bakışı!.
“İlim” sıfatını aşikâra çıkarttıklarında,
“haşyet” olur; ve bu yüzdendir ki Kurân, “İlim
sahiplerinde haşyet olur” der!
Kendine yönlendirmek istediklerine, yani “fenâ”
ehline, yani Mülhime ehline ise “aşk” bağışlar!.
Avam en yüksek mertebe olarak “aşk”ı bilir, Mülhime’yi
algılar! “Fenâ”dan ötesine aklı ermez; çünkü “İlim Sıfatı” onlarda
zâhir olmamıştır!. Avamın aklı, talebeye erer!
“Aşk” ehli, talebe
sınıfındadır… Okul ehlidir!.
Nereden anlasınlar onlar Tebrîz’li
Şemsi!
hf
HAŞYETİN OLUŞMASI İÇİN
ÇOK GÜÇLÜ BİR TEFEKKÜR, BASİRET
VE FERÂSET
GEREKİR
Kuvvetli bir akıl,
tefekküre götürür. Kuvvetli tefekkür haşyeti getirir.
Ne diyor âyette?
“Allah’tan ancak âlim olanlar haşyet duyar.”
Haşyet duyabilen
derken;
Haşyet, duygu değildir. Haşyet, tefekkür sonucu oluşur.
Tefekkürün
sonucunda oluşan haşyetin hissettirdikleri vardır.
Aşk ise, duygudur. Onun içindir ki, haşyet sahipleri âşıklardan mertebe
olarak üstündür.
Hz. Muhammed için, “yüksek muhabbet mertebesi” derler. Bu, yanlıştır.
Hz. Muhammed, haşyet mertebesinin yüceliği içindedir.
Aşkta, eriyiş ve yok oluş vardır..
Haşyette, Allah’ın Azâmet ve Kibriyâsı
vardır.
Allah’ın Azâmet ve
Kibriyâsını kaç kişi müşahede edebilecektir?.
Âbidler, ârifler,
âşıklar çoktur. Haşyet ehli çok azdır.
Çünkü, o haşyetin oluşması için çok güçlü bir
tefekkür lâzım. Çok yüksek bir basîret ve de ferâset lâzım!.
hf
ANCAK ÂLİM OLANLAR
HAŞYET DUYAR
Câhiller korkar, Âlimler haşyet duyar!.
hf
Kozadakinin TANRISI.... Ve resimdeki her bir ışığın bir galaksi
olması gerçeği...
İdrak edebilenin hâlidir haşyet ve huşû....
hf
Ebû Zerr radıyallâhu anh’den rivâyet edilmiştir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
-Ben sizin görmediklerinizi görüyor ve
işitmediklerinizi işitiyorum. Gökyüzü gıcırdamakta haklı idi! Çünkü gökyüzünde
dört parmaklık bir yer kalmamıştı ki, bir melek alnını yere koyarak secdeye
kapanmamış olsun. Vallahi benim bildiklerimi bilseniz muhakkak ki az güler ve
çok ağlardınız ve yataklar üstünde kadınlardan zevk almazdınız;
ve yollara çıkarak avaz avaz Allah'a niyazda
bulunurdunuz!" (Tırmizî)
-ALLAH’TAN KULLARI İÇİNDE ANCAK ÂLİM OLANLAR
HAŞYET DUYAR! (Fâtır-28)
-İçinizde Allah’ı en çok bilen benim ve içinizde
Allah’tan gene çok korkan da benim!
Buyuruyor Rasûlullah
aleyhisselâm,
Peki Allah’ın
nesinden korkacağız?
.-“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl
korkmak lâzım ise öylece korkun.” (Ali imrân-102)
"Korku" diye tercüme
edilen "İttika",
elem ve zarar verecek olan şeylerden sakınıp, iyice kendini "koruma" anlamına gelir.
hf
”NAMAZ”DAKİ HAŞYET
“BAKMA”NIN-“GÖRME”NİN VE ”OKU”MANIN
NİHÂYETİNDE OLUŞAN HAŞYET….
VE SECDE!
“Namaz”daki
“haşyet”e gelince...
Basiret sahibi bir
kişinin “haşyet” halini hissetmesi için “ALLAHÛ
EKBER” sözcüğünün mânâsını tefekkür etmesi
yeterlidir.
Resme bakmak başka
şeydir, resmi görüp resmi okumak başka şeydir.
Ben şurada karşıma
bir resim asmışım… Bu resim, samanyolu Galaksi’sini
gösteriyor…
Bu resme
bakıyorum, ”Samanyolu Galaksisi” diyorum... Ortası biraz sarı, hiç bir şey
belirgin değil; kenarlara doğru parlak noktalar var falan... Ben resmi görmüyorum,
şu an resme bakıyorum!
Ben ne zaman resmi
görmeye başlarım?..
Bu galakside bir
yığın yıldızlar var ve bu yıldızların içinde bir nokta sadece Güneş, bu kadar
büyük bu galaksinin içinde koskoca dev dünyamızın tâbi olduğu Güneş adını
verdiğimiz orada bir nokta olursa ya bu galaksinin içinde dünyanın yeri ne?.. Benim yerim ne?.. diye düşünmeye başlarsam, işte resme BAKMAK DURUMUNDAN ÇIKIP
resmi GÖRMEYE BAŞLAMIŞ olurum.
“Bu galaksinin
içinde benim yerim ne?..” diye düşünmeye başladığım
zaman, işte o resmi okumağa başlamışımdır. Okumam biraz daha sürerse, bu
galaksi gibi sayısız galaksileri yaratan güç yanında bu galaksi ve bu
galaksileri yaratan “Allah” diye isimlenmiş olan - bütün bu galaksileri
yaratmış olan yanında bu galaksinin yeri ne-benim yerim ne?..”
diye düşünmeğe başlar da beynimin durduğunu ve hiçbir şey düşünemez hale
geldiğimi-hiçliğimi hissedersem; işte o resmi oraya asmaktan gaye yerine gelmiş
ben resme ÖNCE BAKMIŞ-SONRA GÖRMÜŞ-SONRA OKUMUŞ ve bunun neticesi olan HAŞYET DUYGUSUNU HİSSETMİŞ ve de SECDE
denilen hali yaşamış olurum!
İşte bu karşımdaki
resim beni secde ettirmiştir, Âlemlerin Rabbı’na-Rabbül Alemin’e!
Ben olaya böyle
bakarken bir başkası da “Hadi ezan okunudu, gel namaz
kılalım “der, iki takla-bir bakla tavuk yem yer gibi iki secde, ”namazımı
kıldım-secdemi ettim, Elhamdüllillah” der!
O, yaradılış gereği programının gereğini öylece
yerine getirmiştir!
Buradaki programın
gereği de böyle bakıp değerlendirmektir! Ama bu “şuur boyutunun secdesi”dir, öteki “beden boyutunun secdesi”dir! Bu ikisi birbirinden ayrı şeylerdir,
hiçbirisi birbirinin yerini tutmaz. Ne tavuk yem yer gibi secde etmek,
”secde”nin yerini tutar, ne de bu secde onun yerini tutar. Biri “şuur boyutunun
secdesi”dir, diğeri “toprak boyutunun secdesi”dir!
hf
HAŞYETİN YAŞAMI,
“SECDE”DİR
Haşyet, Allah ismi ile işaret edilen varlığın sonsuz azâmet
ve kibriyâsı önünde bir hiç olduğunu hissetme
hâlidir.
İşte bu, hiç olduğunu hissetme hâlinin adı, “Haşyet!.”
Yaşamı da, “Secde” dir.
Hakiki secde, tahkiki secde budur.
Taklidi secde ise, işte benim yere yatıp alnımı toprağa koymamdır.
Biz toprağa bile
koymayız. Öyle büyüğüz ki(temizlik zırvasıyla), halının üstünde seccade
arıyoruz.
Allah Rasûlü, yağmurda çamurda, toprağa secde
ediyormuş.
Biz, halının üstünde, halılar yetmiyor, bir de seccade arıyoruz.
Yaptığımız
hareketin ne anlama geldiğini hiç düşünmüyoruz.
“O öyle yapıyorsa ben de öyle yaparım!.”
İşte insanı
batıran, mahveden şey, “O, öyle yapıyorsa
ben de öyle yapayım” düşüncesidir.
Niye öyle?
Allah’a yakin aramanın, Allah’a yakin elde etmenin yolu; “Niye? Neden?
Niçin? Nasıl?..” dan geçiyor.
Soru sormayan beyin için Allah’a giden yol kapalıdır.
Soru sormayan beyine yakın olan yer, ağıldır.
Allah’a ermek isteyen beyin sorar, ağıla gitmek isteyen beyin boyun keser
ve dinler.
hf
HAŞYET DUYGUSU SONUCU OLUŞAN
“HİÇLİK” NOKTASI
Bkz. A / “Ahadiyet”/” Ahadiyet Hüviyeti
hf
HAŞYET
KORKU DEĞİLDİR
“Haşyet”,
bilelim ki “korku” değildir...
“Korku”,
kişinin zarar göreceği bir şey karşısında “eyvah ne yaparım”
duygusudur...
“Haşyet”
ise, karşılaşılan azâmet, ihtişam, yücelik, olağandışılık, ve daha bir
çok bu tür tanımlamanın getirdiği ulvîlik önünde; aczini, yetersizliğini ve
nihayet “hiçliğini” hissetme hâlidir.
Bu
hissediş, “haşyet duyma” olarak tanımlanır.
hf
HAŞYET VE AŞK
Soru: Aşkla muhabbet arasındaki mânâ farkı nedir?..)
Aşk, muhabbetin şiddetlisidir.
(Soru: Aşkın daha şiddetlisi ne demektir?)
Aşkın daha şiddetlisinde bir şey kalmaz ortada!.
Aşk, zaten bir ateştir, Olduğu yeri yakar yıkar, gerisi de kalmaz.
(Soru: Haşyet
diyemez miyiz o zaman?)
Hayır! Aşk ayrı şey, haşyet ayrı bir şeydir.
Hiç alâkası yok
birbirleriyle!. Ayrı kavramlardır, Aşk ve Haşyet!. İkisi de ayrı özelliklere sahiptir.
Aşk, âşık olanı, kendi varlığını yok etmeye sevk eder. Yani, öylesine
seversin ki karşındakini, onun için her şeyinden geçersin. Sevdiğinde yok
olursun…
Beğeni ayrıdır, sevgi ayrıdır.
Bir şey beğenirsin, beğendiğin şeye sahip olmak istersin!.
Seversen, sevdiğinin istek ve arzularında yok olmak mecburiyetindesin!.
Sevgi, aktığı
kadarıyla kişide benliği yok eder.
Ne kadar çok
seviyorsan, sevdiğin kadar karşındakine teslim olursun ve ondan razı olmak
mecburiyetindesin.
Bu sevgi, aşk noktasına ulaştığı anda artık onun yanında senin istek ve
arzuların sıfır noktasına düşer. Sadece, onun yanında olayım, yeter dersin, ne hâl ve şart içinde olursam olayım. Hani, diyor ya;
“Dün gece yâr
hanesinde yastığım bir taş idi.
Altım çamur, üstüm
yağmur, gene gönlüm hoş idi…”
İşte, o yâr
hanesinde altı çamur, üstü yağmur, başının altında sadece taş var iken mutlu
olmak, aşkın sonucudur. Bu, mutlak teslimiyete götürür.
Haşyet ise, bundan
çok farklıdır.
hf