AHMED HULÛSİ’DE
KAVRAMLAR
AV.
ASUMAN BAYRAKÇI
Yayınlarımızın Telif
Hakkı Yoktur. Sitemizdeki tüm bilgiler, Hz. MUHAMMED'in (aleyhisselâm)
bildirip açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edilenin
hakikatinin ne olduğunun öğrenilmesi ve "DİN" denilen yaşam
sisteminin bu vizyonla değerlendirilebilmesi için,
tüm insanlarla karşılıksız paylaşılmak üzere hazırlanmıştır. Tüm
yayınlarımızı ücresiz okur; dinler, bilgisayarınıza
indirebilir, çoğaltabilir; YAZAR ve KAYNAK BELİRTMEK ŞARTIYLA her
yoldan bütün çevrenizle paylaşabilirsiniz. Allah ilmine karşılık alınmaz.
Prensibimiz maddî ya da manevî karşılıksız paylaşımdır. |
“HAYÂL”
“BÜYÜK HAYÂL”
“HAYÂLİN
HAYÂLİ”
“HAYÂLİN HAYÂLİNİN HAYÂLİ”
VARSAYIMLAR ORTAMI
VE VARSAYILAN VARLIKLAR…
“HAYÂL”!
Acaba bu ilâhî isimleri ortaya çıkarabilecek kâbiliyette oluşturulan ve
“insan” adı takılan varlık; ve onun içinde
yaşadığı evren veya evrenler nasıl ortaya çıktı?
“ALLAH” tecellî
etmediğine, tecellîsi olmadığına, O'ndan herhangi bir şey meydana
gelmediğine göre; bu beş duyu ile algıladığımız varlıklar veya Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan melekler, cinnîler,
cehennem, cennet, berzah âlemi ve daha bilemediğimiz sayısız şeyler nasıl ve
nereden meydana geldi?..
Evet, “Allah” adıyla işaret edilen ve
yanı sıra başkası olmayan, TEK olduğuna göre, algılamakta olduğumuz sayısız
çokluktaki varlıklar nasıl meydana geldi?..
Varlık orijini
itibariyle o sonsuz-sınırsız Tek’te, ilminde mevcut!
Öyleyse çokluk
nasıl meydana geldi?
Bu “hayâl” adını
verdiğimiz “varsayımlar ortamı ve
varsayılan varlıklar” nasıl meydana geldi?
Bunu son derece
basite ve herkesin anlayabileceği bir hâle getirebilmek için misâl
vereyim…
Bu misâl “Allah” adıyla işaret edilene uygulanmaz
elbette; ama, konuya yaklaşım sağlayabilmek için böyle
bir misâl veriyorum...
Kafanızda düşünün;
ister şimdi, ister gece yatağa girdiğinizde düşünün...
Bir dünya düşünün,
o dünyanın üzerinde bir tane zengin, bir tane fakir; bir tane güzel, bir tane
çirkin; bir tane yakışıklı, bir tane yakışıksız sanal insanlar yaratın
kafanızda; onlara, kendi kapasitenize göre belli özellikler bahşedin… Sonra,
bunları birbiriyle kapıştırın...
Peki o kafanızda
yarattığınız dünya ve üzerindeki insanlar, kendi başlarına müstakil bir varlığa
sahip midirler?..
Hayır!
Varlıklarını
nereden alıyorlar?..
Sizden alıyorlar;
siz kendiniz onları kafanızda yarattınız!
Peki, onlardaki bu
özellikler, görülen-algılanan bu özellikler kime aittir?..
Size aittir!.. Siz onları da, onlardaki bu özellikleri meydana
getirdiniz…
Peki, onlardaki bu
özelliklere bakarak, ben, “Onları meydana getiren sen bu özelliklerden
ibaretsin” diyebilir miyim?..
Hayır!
Sen, onlarda bu
özellikleri meydana getirdiğin gibi; bir başkalarında da bunlarla hiç alâkası
olmayan başka özellikler meydana getirirsin...
Hem düşün ki,
onların varlığı sana aittir; senin varlığın dışında onların hiç bir varlığı
yoktur; onlardaki bütün özelikler sana aittir! O özellikleri de sen meydana
getirmişindir! Onların kendi başlarına varlıkları olmadığı gibi, senden
bağımsız özellikleri de yoktur!
Buna karşın, onlara
ve onların bu özelliklerine bakarak, seni de kayıtlayamam; “Sen bu özelliklerle
varsın”da diyemem. “Sen bu özelliklerden ibaretsin”
de diyemem.
İşte, âlemin varoluşunu, kâinatın ve içindeki “çok”ların özelliklerini
bu şekilde anlamağa çalışalım...
“Allah” adıyla işaret edilip, “sonsuz-sınırsız ilim
ve kudret sahibi” olarak tanıtılan mutlak varlık, kendi ilminde - nasıl ben sana diyorum ki kendi şuurunda yarat - yaratmış olduğu sayısız
özelliklerle bu çokluk âleminin sayısız varlıklarını meydana getirmiştir.
Bizler, “Allah” adıyla işaret edilenin ilminde
yaratılmış tek tek’leriz!
Bizim bütün
varlığımız, bütün özelliklerimiz, her şeyimiz “Allah”a aittir; ama buna karşın, “Allah” adıyla işaret edilen, bizim varlığımızdaki bu özelliklerle
kayıtlanmaktan, târif ve tasnif edilmekten
münezzehtir, berîdir, ötedir!
Eğer bu misâl ile size istediklerimi anlatabildiysem şunu
kavrayacak, şuraya geleceksiniz;
“Biz Allah indinde bir HİÇ’iz”!
Resim, ressamı ne kadar ihâtâ eder?
Ressam bir an düşünür, ”şöyle bir resim yapacağım” der… Oturup birkaç
saat çalışır veya bir kaç gün çalışır bir resim ortaya çıkarır. Ortaya çıkan
resim, aslında ressamın bir anlık düşüncesinin eseridir. Ressamın çok kısa
süreli bir tasavvurunun, şekillendirmesinin bir eseridir o resim!
O resim ressamı ne kadar anlatır, yansıtır?
hf
BÜYÜK HAYÂL
(“HAYÂLİ
MUTLAK”)
(“HAYÂL-i
HAS”)
(“HAYÂLİ
KEBİR”)
Hakikatte efal mertebesi mevcud değildir!
Efal mertebesinin varlığı, tümüyle hayâldedir hayâldir!
Hakikatte Zât, sıfat ve esmâ âlemi mevcuddur! Hakikatte bu üç mertebe mevcuddur.
Bu üç mertebenin ötesindeki efal
mertebesi ise, hayâldir; “hayâli mutlak”tır!.
hf
“İLK HAYÂL”İ DÜZENLEYİP
SİSTEMATİZE EDEN
Fâtır ise ilk "hayâl"i düzenleyip sistematize edendir... Ve tüm esmâsının işaret ettiği özelliklerle her boyutta mevcut
olarak işlevini sürdürmektedir.
Her boyutta her an işlevine o boyutun gerektirdiği şekilde devam
etmektedir.
Ve tüm isimlerle işaret edilen özellikler dahi böyledir..
hf
“NOKTA”, BİR “HAYÂL”DİR,
İSMİ “ALLAH” OLAN İNDİNDE...
O NOKTANIN AÇILIMI OLAN AÇI İÇİNDEKİ
KÜL
VE O KÜL’ÜN YANSIDIĞI HER BİR ZERRE
DAHİ…
Hazreti Muhammed aleyhisselâm
kendisinde açığa çıkan sıfatlara, isim özelliklerine, “Sünnetullah”
marifetine rağmen asla “ALLAH” değil, “KUL”dur!.
Evrende var olan tüm yaratılmışlar yani “zerre”ler de böyledir!.
Zerre küllün aynasıdır; ama asla zerre kül
değildir, kül kendisinde var olmuş olsa dahi!...
Buradan bir başka noktaya kayılır... Zerre her an kendisindeki hakikat
ve O hakikat noktasıyla ilişkiler içinde yaşamını nasıl sürdürür; sorusunun
cevabına... Ne var ki bu yazıda buna girmeyeceğim; çünkü bugün anlatmak
istediğim husus o değil... Zaten onun işaretini bundan önceki yazılarda
vermiştim.
Gelelim ana noktaya…
Zerre zerredir!. Kül
değil!
Kül, yani hologramik
gerçekliğe esas olan ana yapıya, “İşte “Allah” adıyla işaret edilendir!”
diyenler burada büyük bir yanılgıya düşerler ve gerçekten saparlar!.
Burada onları uyaracak olan levhada şu gerçek yazılıdır:
“İsmi “ALLAH” olan, ZÂT
tecezzî (cüzlere ayrılma) kabul etmez!”
Burada “İhlâs” Sûresinin anlamını iyi
düşünmek gerekir. Ahadiyyet ve Samediyyet sonucu olarak kendisinin varlığından
başka bir şey düşünülemez; ve dahi bu mertebede tekillikten dahi bahis açılamaz!.
“ K “ olayı diyerek, “ALLAH”
isimli kitabımızda anlattığım konuyu iyi incelerseniz görürsünüz ki, İlmi ilâhîde
bir noktadan açığa çıkan açı içindeki, 11 boyutlu evren, paralel evrenler veya
bizim deyişimizle “evren içre evrenler” hologramın konusu olan “KÜL”dür!. Ve zerre de bu küllün
aynasıdır!.
“Hayâl içinde hayâl içinde hayâl” diye eski hakikat ehlinin tarif
ettiği konu budur işte!... Nokta, bir hayâldir ismi
“Allah” olan indinde!. O noktanın açılımı olan, açı
içindeki kül bir hayâldir... Küllün yansıdığı her
zerre diye tanımlanan, her bir ayna dahi ayrı bir hayâldir!.
İşte bu yüzdendir ki, zerrede varlığı hologramik gerçeklik dolayısıyla var olan “kül” dahi,
“ALLAH” adıyla işaret edilen olmayıp; yalnızca, bir “nokta” olarak, O’nun
ilminde var olan “ilmî sûret”tir!.
Yani, 11 boyutlu evren, ya da paralel evrenler topluluğu, her zerrede
tıpkı incirin, sayısız çekirdeğinin her birinde varoluşu
gibi, her birimde varolsa dahi bundan öte bir şey
değildir!. O da gerçekte “ALLAH”a
“kul”luk etmededir!.
hf
BÜTÜN ÂLEMLERİN VARLIĞI
(ASLI-HAKİKATİ)
HAYÂLDİR!
Galaksinin
büyüklüğünü hiç bir yeryüzüne gelmiş insan aklı-hafsalası
alamaz...
Dört
yüz milyar yıldız!.
Aralarındaki
mesafe, her birinin arasındaki mesafe ışık yılları ile ölçülüyor. İnsan ömrü birinden
diğerine gitmeğe müsait değil.
Hele
ki bu galaksi gibi milyarla galaksi var, Evrende bilebildiğimiz...
Peki...
Bu sonsuz, bize göre sonsuz olan bu büyüklüğü aklımız-hafsalanız
almazken, mekânsal manâdaki bu büyüklüğü hafsalamız
almazken, insan vücuduna gelelim..
“Hücrelerden oluşmuş
bir biyolojik beden” diyoruz...
Halbuki
bu hücrelerden oluşmuş biyolojik beden tamamen bir atomik kitle, biyolojik
beden aynı zamanda da bir atomik bedendir.. Bütün
hücreler, bedenimizin tamamı atomlardan meydana gelmiş bir kitledir!
Eğer
insan vücudunu imkân olsa da bir elektron mikroskobuna koyup 60 milyar defa
büyütülmüş olarak o vücudu görsek, “vücut” dediğimiz şey ortadan kaybolur,
sadece atomik bir kitle kalır! Hidrojen, oksijen, helyum, azot vs...atomlardan ibaret, 110 çeşit atomdan ibaret bir kitle
kalır. Mikroskobun üstünden baktığımızda... Bugün, “biyolojik bedendir“ de
dediğimiz Ahmed, Mehmet, elektron mikroskobunun
altında 110 atomdan ibaret bir kitledir!.
Ahmed, Mehmed atomdan
ibaret de Hulùsi farklı bir şey mi?...
Hayır!
Bu
da atomlardan ibaret bir kitle, bu da atomlardan ibaret bir kitle, bu da
atomlardan ibaret bir kitle…
Bunlar
atomlardan ibaret birer kitle de şu “hava”
dediğimiz, ”boşluk” dediğimiz şey
atomlardan ibaret bir kitle değil mi?..
O
da atomlardan ibaret bir kitle!.
O
zaman bu bedeni değil de bütün burayı o mikroskobun lâmına yatırdığımız zaman
ortada ne sen-ne ben-ne başkası var sadece 110 çeşit atomlardan ibaret bir
kitle var.
Benim
gözüme göre bu insanlar varken elektron mikroskobunun gözüne göre insanlar
kavramı kalktı, atomlar dan ibaret bir kitle kaldı. Bu
“göz bebeği” dediğim nesne, geçirdiği ışık dalgaları dolayısıyla beyine
nesnelerin var olduğu zannını-vehmini veriyor ve beyinde oluşan hayâlde böyle ayrı ayrı
varlıkların varlığını var sandırıyor insana!
Elektron
mikroskobunda ben-sen-o-biz-siz-onlar yok oldu; atomlardan ibaret bir dünya
kaldı!. Elektron kere elektron mikroskobunun lâmına
dünyayı koyarsak-güneşi koyarsak-galaksiyi koyarsak bunların tümü; sadece
ışınlardan ibaret tekil bir yapı olarak kalır.
Tekil yapı daha da üst
alıcı düzeyiyle değerlendirilirse, sonsuz-sınırsız bir kudret hâlini alır. Bir başka bakış
açısı ile; sonsuz-sınırsız kudret, kendinden gayrının
olmadığını dile getirmektedir.
Nerede?...
Kitap’ta!.
“Limenil
mülkül yevm?” (Bu anda mülk
kimindir?)
“Lillâhil
Vâhidil Kahhar”... (Tek
ve Kahhar olan Allah’ındır!)
Biz sanıyoruz ki Kıyâmetin belli bir
aşamasında yukarıdaki megafonla seslenilecek de o megafon kendi kendisine
duyurulacak.. !!!
Bu dediğim boyutlar itibariyle, HER AN kıyâmet kopmakta
ve o kıyâmetin hakikatin de Allah tarafından kendi varlığı dışında başka bir
varlığın olmadığı dile getirilmekte!
“Şehidallahù
ennehù lâ ilâhe illâ hù”
Şehâdet etmektedir ki Allah kendisinden gayrı varlık
mevcut değildir amma bizdeki tecelli gereği var sanmaktayız ki; bir O var, bir
de bizler var! Ne zamanki bu gerçeği anlayıp-idrâk edip-hissedip-fark
edip-hissederiz, işte o zaman “tahkiki
iman”a varırız ve itiraf ederiz ki; “Allah var, gayrı yok”.. . Gayrı, bir hayâlden ibarettir...
İşte
onun içindir ki Evliyaullahtan geçmiş pek çok zevat ”Bütün âlemlerin varlığı-aslı-hakikati hayâldir” demişlerdir.
hf
“HAYÂL”,
EVRENİN IŞINSAL KÖKENLİ YAPISIDIR
Beyin, dıştan gelen çeşitli dalga
boylarındaki kozmik ışınları alır ve programlanışı sırasında
bilgilendirilmediği konularda, algıladıkları olsa dahi onları değerlendiremez.
Ayrıca kendisinin açılmamış alanlarının değerlendireceği sayısız dalga
boylarını dahi değerlendiremez.
Oysa, gerçekte her biri ayrı bir mânâ ihtiva eden evrendeki her bir dalga
boyu, ışın, sürekli olarak beynimizi bombardıman etmektedir... Ne var ki bizim
bu mesajları çözmemiz, bu canlı-anlamlı varlıklarla iletişime girmemiz mümkün
olmamaktadır!.
Ve eğer anlatabildiysek...
Tüm evren, her
kesimiyle, tamamen canlı-şuurlu bir varlık hâlinde yaşamına devam etmektedir... Ki algılayabilene ne mutlu!.
İşte, tamamiyle sayısız dalga boylarından,
ışınlardan, kuantlardan oluşmuş evren, ya da evren
içre evrenler, eğer o boyutun algılama aracıyla bakabilirsek, TEK bir yapıdır!.
Ve bizim de “hayâl” dediğimiz
şey, işte bu ışınsal kökenli yapıdır!. Ve de gerçekte,
bizler dahi ışınsal varlıklarız... Ancak ne yazık ki, algılama sistemimizin beş
duyu ile kayıtlı olması şimdilik bu gerçeği yaşamaktan bizi mahrum etmekte.
Evet, evren orijininde TEKİL
bir yapı; ve gerçekte, tüm zerreler birbiriyle
ilintili durumda olduğu için, her bir yoğunlaşma ve aktivite, hiç
düşünemediğimiz bir noktada bambaşka şeyleri etkilemekte ve harekete
geçirmektedir... Yani evrende, birbirinden kopuk, ayrı, müstakil varlıklar ve
onların özgür benlikleri ve iradeleri mevcut değildir!.
hf
KOZMİK BİLİNCE (“HİÇ”E) NİSBETLE EVREN
SALT ENERJİDEN İBARET BİR “HAYÂL”DİR
(SANAL VARLIKTIR)
Sonradan
var olan Âdem’e nisbetle, Âdem’e göre, bu
âlem gerçektir, ortada mevcuttur... Buna karşın, Âdem’i ve Âdem’den evvel
âlemi meydana getiren, "kozmik bilince" nisbetle,
her şey bir hayâldir;
yâni sanal varlıktır.
Yani,
bütün bunların kendi başına tam bir varlıkları yoktur.
hf
- “Evren” dediğin yapının aslı da bir enerji denizi değil mi?. Salt enerjinin, “elektromanyetik dalgalar” adıyla varlığa
bürünüp, daha da yoğunlaşmasıyla kat kat maddeye
yaklaşması ve nihâyet maddeleşmesiyle, tıpkı denizin dalgaları gibi çeşitli
görünümler alması gibi…
- Evet haklısın... Aslında, ayrı birer varlıkmışçasına isimlendirdiğimiz
dalgaların denizden, yâni sudan ayrı bir şey
olmamasına rağmen, bizim ona bir müstakil varlığı varmışçasına isim vermemiz
ile bunun arasında hiç fark yok... Su, salt enerji yerine ele alınırsa; madde
ve maddî varlıklar dahi salt enerjinin dalgaları mesâbesinde
kalır... Peki, bu salt enerji, dalgalanmadan evvel ne haldeydi?..
- Bu salt enerji, dalgalanmadan evvel, bir enerji varlığı hâlinde kendisine
yön veren “Kozmik Bilinç”in imajında idi... Ve gerçekte, el ân öyle!
- Anlayamadım?.
- Bu enerji, yâni salt enerji, aynı zamanda bir bilince de sahip değil
mi?. Ki bu akılla, düzenli bir dalgalanma (!) hâlinde
“evren” adı altında açığa çıkmış…?
- Evet…?
-Aslında, işte bu salt enerji dahi, “Kozmik bilinç” ya da “Tümel akıl” adını
verdiğimiz aklın imajında idi! Ve bu bilincin imajında, deniz ve dalgalar
husûle geldikten sonra; gene enerji bu aklın imajından ortaya çıktı ve bundan
sonra da safha safha evren meydana geldi.
Bu sebeple, orijini yönüyle, “salt enerji” denilen evrenin hayâtiyet
sıfatının dahi, bilincin imajından ortaya çıktığı anlaşılır ki; bu Kozmik
bilince nisbetle, bütün mevcûdat, salt enerjiden
ibaret, bir hayâl hükmüne girer.
O bilinç ise, bir noktadan,
bir mutlak karanlıktan, bir bilinmezlik veya bir anlaşılmazlıktan ibarettir.
Hiçtir! “Hiçlik”tir!
Ve "el ân" da öyledir!
- Hâlen de öyle midir?.
- Elbette! Nitekim sizden birinin... Neyse, geçelim onların sözünü şimdilik!
- Peki, yani, bütün bu evren bir hayâl mi oluyor gerçekte?.
-Sana - bana nisbetle değil! Dalgaların, varlığını
borçlu olduğu salt enerjiye; o enerji sebebiyle var edilen evreni imajında
düşünen veya seyreden Kozmik bilince veya bir diğer deyişle, "Hiç"e nisbetle hayâldir evren!.
hf
KOZMİK BİLİNÇ
HAYÂLİNDE BİRŞEYİ VAR ETTİĞİ ANDA,
HAYÂL ÂLEMİNDE O ŞEY ENERJİ OLARAK
AÇIĞA ÇIKAR
Kozmik
bilinç, yâni tümel akıl, hayâlinde bir şeyi var ettiği
anda, hayâl âleminde o şey enerji olarak açığa çıkar... Bu enerji, dalga
boyları dediğimiz kendine has bilinçli birimler ışınsal yapı hâlinde, çeşitli
yoğunlaşma merhalelerinden geçerek nihâyet
atomlaşır... O dahi, kitleleşerek, çeşitli gayesine uygun maddeleri meydana
getirir ve nihayet ölümü yâni dönüşümü hasıl
olur...
Ölümü
hâsıl olduğu anda; gerçekte, o tekrar ışınsal yapıya dönüşmüştür, ama bunu siz
tespit edemezsiniz... Ve bu yoldan sonunda tekrar enerji hâline gelir ve
böylece aslına dönmüş olur... Ve bir sonraki imajın temel elemanı olarak yeni
bir oluşum hâline gelmeği bekler...
- Valla hiç anlayamadım ben bu işi...
diye Gönül söze karıştı...
Kafası
bir acayip olmuştu... Hattâ durmuş gibiydi...
Elf devam etti:
-Anlayamamanız
son derece doğaldır!.. Bütün bunları anlayabilmeniz
için, Gönül'lüğünüzden tamamıyla sıyrılıp; öz yapınızda, evreni kapsayabilecek
bilinç düzeyine ulaşmanız gerekir ki, ondan sonra bütün bu sırları müşahede
edebilesiniz...
hf
ZÂTIYLA-SIFATIYLA-ESMÂSIYLA
BÂKİ OLAN “ALLAH”TIR…
GERİSİ İSE “HAYÂL-İ HAS”TIR!
(“HAYÂL”İN İÇİNE GİRER)
Zât- sıfat- esmâ, aslında üç ayrı şey değildir.
Sizin BEN dediğiniz bir varlığınız var..
Bu “BEN kelimesini bana târif et, sen nasıl bir
varlıksın?” dediğim zaman, sen dersin ki;
”Canlı bir varlığım… şuuurum var. Birtakım
şeylerin olmasını istiyorum, diliyorum, düşünüyorum.”
“Canlı bir varlığım” dediğin zaman HAYAT sıfatı;
“Şuurum var , bilincim var” dediğin zaman İLİM
sıfatı,
“İlmimin gereği olarak oluşturuyorum” dediğin zaman İRADE sıfatı,
gibi sıfatlar..
Bu sıfatlar, senin BEN kelimesiyle işaret ettiğin varlığın
özellikleri…
Bu özelliklerle birlikte bu defa sende çeşitli mânâları
düşünme olayı başlıyor, sayısız mânâları...
Bu mânâlar, senin ESMA BOYUTUNDUR!
Sen şimdi beyninde benim hayâlimi görüyorsun.
Beni gördüğünü sanıyorsun ama senin beyninde ben yokum. Bunun hayâli var senin
beyninde.. Benim beynimde de senin hayâlin
var.
Herbirimiz bir diğerimize göre hayâlden ibaretiz…
Dünya hayatı, dünyanın bir başka türlü yansımasıdır.
“Rüya mı bir dünyadır... Dünya mı
bir rüyadır?” .. karmakarışık bir iş!.
Gerçek olan bir şey var:
Zâtıyla- sıfatıyla- esmâsıyla Bâki olan Allah’tır; gerisi “hayâli has”tır!
Ama dikkat edin; ”gerisi” dediğim zaman ef’al
âlemi’nin içine bakın neler giriyor?.. Bunların tümünü
hayâle attık!
İşte, ARŞ-I
RAHMAN, “Rahman Arş’ın üzerine ıstıva etti“
dendiği zaman... ARŞ’ın üstü, esmâ mertebesidir; Rahmâni vasıflardır; Esmâdır!
ARŞ’IN ALTI da, efal âlemidir. Sidre-i Münteha’dan başlayıp alabildiğine giden ef’al âlemidir; “Hayâli
Kebir”dir!
Onun içine meleği de girer, insanı da girer, cinni
de girer, İnsan-ı Kâmil’i de girer. Tüm âsar, hep bu
hayâl içindedir.
hf
YA “HAYÂL”İN DIŞI?...
Hayâlin dışı dersen, arşın
fevki…
“Lillahil
Vahidil Kahhar!”
hf
Bize
göre, yani beş duyulu birimlere göre, içinde yaşadığımız bir evren; ve gene
bize göre makro - mikro sayısız âlemler mevcuttur....
Ancak dikkat edelim, bütün bunlar, hep, gözle algıladığımız verilere göre,
böyledir.
Oysa...
Şu
içinde bulunduğunuz mekânı alsalar, tavanını açarak, olduğu gibi, 60 milyar
defa büyütme kapasitesi olan elektron mikroskobunun lâmına oturtsalar...
Ve
sonra da siz geçip o mikroskobun üzerinden, az önce içinde bulunduğunuz mekâna
baksanız...
Acaba
ne görüyor olacaksınız?.
Bir
milyar defa büyütme ile biz bir cismi değil, o cismin atom bileşenlerini
görürüz... Hele, bu sayı 60 milyara ulaştığında... Gözümüzde bütün insanlar,
eşyalar, koltuklar, yazıhaneler veya odadaki diğer cisimler tamamiyle
kaybolacak; beynimizin vereceği hüküm tümüyle değişecektir... Ve..
Gayrı
ihtiyarî ağzımızdan şu sözler dökülecektir... “Aaa,
burada hiç bir şey yokmuş!.. Şuraya bak, sadece
atomlardan, onların çevresinde dönen elektronlardan başkaca birşey
göremiyoruz!.. Peki nereye gitti bunca insan ve eşya!?..”
Bu
konuşmayı yapan beyin, az önce, mikroskoba bakmadan evvel, burada insanlar ve
eşyalar var diyen beynin ta kendisidir!.. Beyin aynı
beyindir de, değişen sadece algılama boyutu ve algılama aracına getirilen ek
kapasitedir!
Demek
ki beyin önce, mevcut algılama aracına göre çeşitli ve insanların varlığına
dair hüküm verirken; algılama aracının kapasitesi genişletildiği anda, bu
hükmünü değiştirerek, burada atomlardan, çekirdek etrafında dönen sayısız
elektronlardan başka birşey yok şeklinde yargıya
varmaktadır!...
Acaba,
biz, bu güçlendirilmiş mercekler dizini ile yani elektron mikroskobu ile
yaşamak, böyle doğup böyle ölmek zorunda olsa idik... Şimdi hâlâ, bugün
varlığını iddia ettiğimiz şeylerin mevcudiyetini iddia edebilecek miydik?.. Yoksa, üzerinde yaşadığımız dünyanın, uzayın ve
algıladığımız her şeyin, atomların bileşmesinden meydana gelmiş tek bir yapı
olduğunu mu savunacaktık?..
Şayet
beynimiz; altmış milyar büyütme kapasitesine sahip bir elektron mikroskobu
yerine, 10 trilyon defa büyütme kapasitesine sahip bir elektron mikroskobu ile
evrene bakmak durumunda olsa idi; biz, gene ayrı ayrı
cisimlerin, insanların varlığından sözedebilecek
miydik?..
Yoksa,
algılayacağımız, mevcut, bölünmez, parçalanmaz, süregiden
sonsuz, sınırsız TEK mi olacaktı?..
Şayet
anlatmak istediğimiz bu hususu size ulaştırabildik ise...
Geldiğimiz
bu noktada size izaha çalışacağım şey şudur:
GERÇEKTE, mevcud olan tek, bölünmez,
parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan TEK'tir!.. AHAD'dır!.. Eşi, misli,
benzeri, mikro ya da makro plânda kendisinin dışında hiç birşey
olmayan "ALLAH AHAD" dır!.
Ancak
biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı, çok parçalardan
oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı içindeyiz. Çünkü, beynimiz
kesitsel algılama araçlarına göre hüküm vermekte..
Oysa
beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece sınırlı
değerlendirme kapasitesiyle kayıtlı kalmasa... Bu sınırlar içinde algıladığı
verileri, sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit veya birer örnek kabul
etse...
Sonra
derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden,
daha nelerin mevcut olabileceğini tespit edebilse... Ve sonra, onların yapısal
derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel öz ile
karşılaşsa... Ve nihayet kendi "ben"liğinin dahi o evrensel
"öz" içinde “yok” oluşunu farkedebilse..
İşte
bu işin çok önemli bir yanı..
Konunun
ikinci önemli yanı da şurası..
Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı
“ALLAH”, “AHAD” yani sınırsız - sonsuz, zerrelere ayrılmaz olduğuna ve bu durum
her yöne ve her BOYUTA şâmil bulunduğuna göre; bu takdirde O'nun varlığı yanısıra, varolabilecek ikinci
bir varlık, nerede, hangi BOYUTTA veya hangi başlangıç noktasında O'nun
varlığına bir sınır çizerek, kendine yer açabilecektir?!.
"AHAD ALLAH" dışında var kabul edilecek ikinci bir
varlığın, TANRI'nın yeri neresidir?..
“ALLAH”ın içinde mi, yoksa
dışında mı!?
hf
ALLAH
AHLÂKIYLA AHLÂKLANMIŞ OLANLAR
ÂLEMLERİN
“HAYÂL” ÇEKİRDEĞİNDEN OLUŞMUŞ
BİR DEV
“HAYÂL” OLDUĞUNUN SEYRİ İÇİNDEDİR
Herkes, kendi
cehenneminde, ya da kendi cennetinde yaşar.
Tanrısından kurtulanın yaşamı
ise, “ALLAH” adıyla işaret edilenin
“HİÇ”lik
mertebesidir!.
“ALLAH” adıyla işaret
edilen, “Bâkî”dir; gerçeğindeki uyarıyı
değerlendirenler, fâni kavramını kabullenemeyecekleri gibi; “Allah” ahlâkıyla
ahlâklanmış olanlar da, âlemlerin, “hayâl” çekirdeğinden oluşmuş bir dev
ağaç olduğunun seyri içindedir.
Her an, her zerrede,
yeni bir “şe`n”de olandır,
“HÛ”; ve dahi, bundan münezzehtir; ise, bunun
sonuçları ne olabilir; getirisi dahi neler olabilir?
Ya birilerinin
dedikodusuyla ömür tüketenlerin yeri?
hf
HAYÂLİ MUTLAK,
SONRADAN HÂSIL OLAN
İNSANA GÖRE
“GERÇEK” HÜKMÜNDEDİR
İnsanın
âlemde zuhûru dahi iki merhalededir;
Kozmik
bilinç, kendi özelliklerini seyretmeyi düşlediği anda, bunu yeryüzünde "insan"
adı altında yapmağa karar verdiği için; ki bu safhada
evren mevcuttur. Ve bu mevcut oluşu dahi, kozmik bilincin, ilminde, kendi
kendine bakışı dolayısıyladır.
Bundan
sonra, “Akl-ı Evvel”, yâni “Kozmik
Bilinç”, hayâlinde âlemi meydana getirmiştir ki, buna “büyük hayâl” de diyebiliriz; ki bu, sonradan hâsıl olan insana göre, hayâl
olmayıp, gerçek hükmündedir...
Ve
nihâyet, bu âlemde enerjiden atoma, atomdan tek
hücreye, çok hücreye ve nihâyet bedene kadar gelişme olmuş ve bu defa çoğulcu
mânâda insan meydana gelmiştir.
İnsanda
âşikâr olan, kozmik bilincin yâni bizim deyişimizle tümel aklın imajları
olduğuna göre, insanlıktaki müsbet-menfi,
şartlanmalı-şartlanmasız oluşumlar, nasıl, neden meydana geliyor?..
hf
" HAYÂLİ MUTLAK"
İÇİNDE OLUŞAN
" HAYÂLİ BİRİMLER" İN
KENDİ HAYÂLİ ARZ
VE SEMÂLARI VARDIR
Hakikatte Zât,
sıfat ve esmâ âlemi mevcuttur…
Hakikatte bu üç mertebe mevcuttur.
Bu üç mertebenin ötesindeki Ef’al mertebesi
ise, hayâldir; “hayâli mutlak”tır!. Bu hayâli mutlak içinde oluşan hayâli birimlerin kendi hayâli
arz ve semâları vardır.
hf
"HAYÂLİN HAYÂLİ"
Oluşun orijinali “hayâl”; içindeki oluşumlar “hayâlin hayâli”; oluşumların
aracılığıyla oluşanlar ise “hayâlin
hayâlinin hayâli”dir”!.
hf
“HAYÂLİN
HAYÂLİNİN HAYÂLİ”
Bu sistem ve düzen içindeki bir boyutu anlatan kelimedir “hayâl”
kelimesi...
Oluşun orijinali “hayâl”; içindeki oluşumlar “hayâlin hayâli”;
oluşumların aracılığıyla oluşanlar ise “hayâlin hayâlinin hayâli”dir!.
hf
BİLİNCİMİZİ ÖRTEN ,
KELİMELERİN HAYÂLİMİZDE
MEYDANA GETİRDİĞİ
İMAJLARDIR …
Bilincin sınırları,
kayıtları, blokajı kendisine yüklenen yanlış
bilgilerle meydana gelir.
Dünyayı, Evreni, her şeyi, sadece bu gördüğümüz, algıladığımız, var
kabul ettiğimiz maddeden ibaret kabul etmek son derece büyük bir gaflettir!.
Beş duyu verilerinin oluşturduğu, kesitsel değerlerden bilincimizi
arındırıp, gerçek boyutlarıyla âlemi, âlemleri ve âlemlerdeki varlıkları tesbit etmek zorundayız.
Kelimede; kelimenin şeklinde, isimlerde kalmayalım!.
Bilelim ki, şuurumuzu örten, bilincimizi örten, en
büyük perdeler; kelimeler, kelimelerin sûretleri, o kelimelerin hayâlimizde
meydana getirdiği imajlardır!. Biz o imajları gerçek
sanarak, onların ardındaki mutlak gerçeklerden perdeli yaşıyoruz.
hf
İKİ DENİZDİR “HAYÂL” İLE “GERÇEK…
ARALARINDA BİR BERZAH VARDIR Kİ;
ASLA BİRLEŞMEZLER!
Hayâlî tohumdan meydana gelmiş ulu ağaç!
Yaprakları, evrenin dalgaları! Ancak en üst dalının en ucuna giden,
ağacın bir hayâl olduğunu müşahede edebilir...
Gerçek şu ki, müşahede eden de hayâldir, edilen
de!
Oysa, imajında hayâli yaratıp, hayâlin gözüyle kendine nazar eden ve nazar
ettiğinin de ötesinde olan, bir mutlaktan başka bir şey yoktur!
- Elf, şu ana kadar, düşünce sistemimi âdeta felç ettiren böylesine karışık
bir fikir düzeyiyle karşılaşmamıştım.
Hayâl ile hakikatın nerede ayrılıp, nerede birbirine karıştığını tesbit
edebilmenin bundan daha zor bir çözümü yapılamazdı herhalde...
- Evet... İki denizdir hayâl ile gerçek! Birarada olan iki deniz! Ama aralarında bir berzah vardır
ki, asla birbirleriyle birleşemezler!
hf
HER AN, YALNIZCA
HAYÂLİNDEKİLERLE BERABERSİN,
ASLA KARŞINDAKİYLE DEĞİL!
BU, DÜNYA YAŞAMINDA DA BÖYLE,
ÖTESİNDE DE!
Bilincimdeki ben, ASLA değilim bir başkasının bilincindeki ben!.
Bilincindeki sen, asla değilsin benim
ya da bir başkasının bilincindeki sen!.
Ben, veri tabanına göre oluşmuş bir hayâlden başka bir şey değilim senin
bilincinde!… Ve sen, veri tabanına göre oluşturduğun
kendi tasavvur ve hayâline demedesin, Ahmed Hulûsi!.
Oysa, ebeden beni tanıman mümkün değil!
Sen de, benim için öyle!.
Eğer anlarsan bu anlatmak istediğimi, fark edersin ki, her an daima
yalnızca hayâlindeki kişilerle berabersin; asla
karşındakiyle değil! Bu dünya yaşamında da böyle, ötesinde de…
Herkes, veri tabanına göre kendi hayâl dünyasında yaşamada!. Başkalarını da, tanıdığını
sanarak, onlar hakkında budalaca yorumlarla yorulup, ömür tüketmede!.
Oysa, o yorumlarının tümü,
karşısındakine değil; kendi hayâlinde yarattığı ve karşısındakinin adını taktığı kendi
hayâlindeki yarattığına; yani kendine
dönük!… Asla karşısındakine ulaşmıyor!.
Her birim, karşısındaki sûrete göre veri tabanının oluşturduğu
hayâl dünyasındaki kişileri yorumlayıp; veri tabanına GÖRE onları değerlendirerek, cehennem ya da
cennetinde yaşamada!.
Akıllı insan, şimdiden cenneti yaşar, “ALLAH”a
teslim olarak…
Ahmak da, her şeyin ille de
kendi arzuladığı gibi olmasını istemede devam ederek cehennem eder yaşamını!.
hf
(MUSAVVİRE GÜCÜ)
Hayâl gücü Venüs’ün rûhaniyetinden
hâsıl olur. Buna “Musavvire”, “şekillendirme
gücü” de denebilir.
Fikir; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni
düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir.
Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs...
Sonrasında hayâl
gelir. Yani, o fikirleri kafamızda hayâl ederiz.
Anlayıp kavramak için bir sûret haline sokarız. Bu hayâl edişe aynı zamanda "musavvire gücü" denilir. Yani, tasvir etme şekillendirme.
Beyinde şekillendirme olayı vardır. O fikirler otomatikman şekillenerek
anlaşılır. O da nasıl anlaşılır? Müdrike
yani idrâk gücü ile, idrâk edilir.
hf
BEYİN,
ALGILADIĞI MÂNÂYA YARDIMCI OLMASI YÖNÜNDEN
HAYÂL GÜCÜYLE BELLİ BİR GÖRÜNTÜ
TAHAYYÜL EDER
“Seyir” dediğimiz veyahut da ”Allah’ın nazarı” dediğimiz, Allah’ın bakışı dediğimiz olay nedir?
Bunu kendinizden anlayabilirsiniz.
Sizdeki bakış nedir?... Baktığın zaman karşında bir
cisim görüyorsun, bir nesne görüyorsun, bir varlık görüyorsun... Peki Allah’ın
bakışında böyle ayrı ayrı birimsel varlıklar var mı?..
Aynı suali senin açından soralım…
Senin yönünden, ayrı ayrı görülen birtakım varlıklar
var mı acaba... Göz, beynine birtakım veriler ulaştırıyor; beyne belli bir bioelektrik mesaj ulaşıyor ve beyin tahayyül yoluyla bu
nesneyi değerlendiriyor.. Bu mânâyı
algılıyor. Algıladığı mânâyı, algılamasına yardımcı
olması yönünden de hayâl gücüyle belli bir görüntü tahayyül ediyor...
Gerçekte beyin için görüntü sözkonusu mu?..
Beyin için, algılama, idrâk sözkonusu… Görüntü,
algılamaya yardımcı bir faktör.
Gerçekte sen görmüyor musun?. Senin bakışından
kasıt, basirettir, yani o şeyi idrâktır!. O şeyin ne olduğunu anlayabilmektir. Ne olduğunu, nasıl
bir şey olduğunu anlayabilmektir. Bakmaktan gaye, basiretin mânâsı
itibariyle bir şeyin ne olduğunu anlamaktır. Yani o şeyin varlığının ne
olduğunu, nasıl olduğunu, niçin meydana geldiğini bilebilmektir.
hf
"HAYÂL" VE "SİSTEM"(DİN)
SİSTEM VE DÜZEN İÇİNDEKİ BİR BOYUTU ANLATIR,
“HAYÂL”!
Hayâl gücü Venüsün
ruhaniyetinden hasıl olur. Buna Musavvire,
şekillendirme gücü de denebilir.
Gerçekte var olan mevcut sistem ve düzen Allah sistem ve düzenidir ki;
bu sistem ve düzen Allah Rasûlü tarafından okunarak;
İslam Dini adı altında bize bildirilmiştir çeşitli semboller ve benzetmeler ile...
Bu sistem ve düzen içindeki bir boyutu anlatan kelimedir “hayâl”
kelimesi...
Oluşun orijinali “hayâl”; içindeki oluşumlar “hayâlin hayâli”; oluşumların
aracılığıyla oluşanlar ise “hayâlin
hayâlinin hayâli”dir”!.
hf
“SİSTEM”İN İŞLEYİŞİNE DAİR
HAYÂL YOLLU MÜŞAHEDE VE KEŞİFLER
Halusinasyon ile velilerin, Rasûllerin- Nebilerin
görüşleri arasında çok önemli bir fark vardır.
Çeşitli uyuşturucu kullananlar ile cinni etki altında olanların halusinasyonlarının
arkasında, gerçekte sistemde var olmayan veya sistemin işleme düzeninde yer
almayan; temeli olmayan fikirlerin, vehim tesiriyle oluşturduğu temelsiz,
asılsız görüntüler vardır. Bu görüntülerin dayandığı fikirlerin içinde
yaşadığımız sistemin işleyiş ve düzeniyle hiç bir ilgisi yoktur.
Buna karşın Velilerin, Rasûllerin-Nebilerin hayâl yollu
değerlendirdikleri müşahede ve keşifler ise, sistemin işleyişine temel
oluşturan boyuttaki prensiplere, realitelere ve bunları ihtiva eden dalgalara
dayanır.
hf
HEKES KENDİ BENLİĞİNİN GETİRİSİ OLAN
HAYÂLERİNİN SONUÇLARINI YAŞAMAKTADIR
VE YAŞAYACAKTIR
Ölümötesi yaşamda, hayâllerini, oranın gerçekleri gibi
yaşayacağın içindir ki, Bakara Sûresi sonunda,
“Benliğinizdekileri açıklasanız
da gizleseniz de onların sonuçlarını yaşayacaksınız varlığınızdaki Allah’ın
getirisi olarak”
denmektedir.
Herkes kendi benliğinin getirisi olan hayâllerinin
sonuçlarını yaşamaktadır ve yaşayacaktır.
Veri tabanını dünyadayken arındırmamış olanlar hayâllerinden
yakınacakları bir merci bulamayacaklardır yarın!
hf
İNSAN, VERİ TABANINDAKİ VERİLERE
DAYANARAK HAYÂL KURAR…
HAYÂLİNDEKİ DÜNYASINI YARATIR!
Her insan hayâllerinin sonuçlarını yaşar...
Bazen müsbet bazen de menfi şekilde!.
İnsanoğlu, çevresindeki insanları da, hiç bir zaman olduğu gibi görmez;
kendi hayâlinde tasavvur ettiği şekilde görür;
düşünür. “Olduğun gibi görün” sözü yetersizdir. Çünkü temelde mümkün değildir.
Görünen değil, ALGILAYAN esastır!
Düşüncenin bir mekaniği vardır.
Genetik ve astrolojik veriler birimin veri tabanının neleri
kabullenebileceğini düzenlerken; içinde yaşadığı çevresinden kendisine ulaşan
veriler de onun düşünce sistemine yön verir değer yargılarını oluşturarak!.
Birim, veri tabanındaki bu sistemin çalışmasıyla, hayâlinde dünyasını
yaratır!.
Karşılaştığı olayları veya kişileri, veri tabanında
bulunan –doğru ya da yanlış bilgilere göre oluşmuş- o konuya ait yerlere
oturtarak, o olayı ya da kişiyi değerlendirir.
Esasen daha önce de açıkladığım üzere, herkes karşısındakileri değil,
kendisine yansıyandan algılayabildiği kadarıyla, hayâlindekini
görür ve değerlendirir.
Meselâ…
Kişi tasavvufla ilgilendi ve “veli” kavramını edindi veri tabanına… “Veli”lik kavramıyla ilgili bazı
özellikler öğrendi… Bu özelliklerden bazılarını benzettiği birine hemen o
montajı yapar ve artık kafasında onu “veli” olarak hayâl ederek; yaşamını buna
göre yönlendirir!.
Oysa o kişinin “veli”lik
kavramıyla uzaktan - yakından ilgisi yoktur… O özelliklere sahip değildir!.
Bunun gibi, kimini şeyh, kimini mehdi, kimini gavs,
kimini kahraman, kimini büyük adam, kimini âlim, kimini başka bir şey hayâl
eder, öylece hayâller içinde ömrü tüketir!.
“Veliler”,
“tanrılar” yaratır kurabiyeden, sonra da onları
yeriz!.
Yetersiz bilgiyle doldurulmuş veri tabanları
gerçekleşmesi mümkün olmayan ham hayâller kurarlar;
sonucunda da sükûtu hayâller yaşarlar.
Kim ne zaman sükutu hayâle uğramışsa, bu onun kurduğu yanlış veya
geçersiz hayâllerinin sonucudur!.
İnsan veri tabanındaki verilere dayanarak hayâl
kurar… Bu kurduğu hayâllerin de gerçek olmasını
bekler. Oluşması için kuvvelerini harekete geçirir... Sonuçta da hayâlleri
gerçek olabilir!.
Ne var ki, o isteklerinin hayâlleri doğrultusunda gerçekleşmesi çoğu
zaman da mümkün olmaz!. Çünkü oluşturmak istediği
ya da oluşmasını beklediği konuda yanlış veriler edinmiştir. Bu yüzden de sükûtu
hayâl mukadder olmuştur kendisine, elleriyle yaptıklarının sonucu olarak!.
“Herkes elleriyle
yaptıklarının sonucunu yaşamaktadır” hükmünü aklımızdan
hiç çıkartmayalım, eğer tanrının varlığına inanmayanlardansak!.”
hf
MELEKLER, KİŞİNİN VERİ TABANINA GÖRE
HER AN HAYÂLLER YAŞATIR
Okunmayan kitabın önünde açık
durması, kitaba eziyettir!
Tüm yaşamının bir rüya olduğunu farketmeyip; yalnızca uyuduğunda gördüğünün rüya olduğu,
sanısıyla yaşayan… Mutluluğun ve azâbın, hep rüyalarla
oluştuğunu; yani hayâlden başka bir yerde olmadığını fark edemeyen…
Doğal işlevini yapan meleklerin, bu işlevlerinin, veri tabanına göre
kişiye her an çeşitli hayâller yaşattığını
kavrayamayan, neylesin senin yazdığın yaşamın gerçeğini!
hf
HAYÂLİ DEĞERLER VE KAVRAMLARLA
YARATTIĞIMIZ HAYÂLİ DÜNYAMIZA KENDİMİZİ
HAPSEDER VE ORADA YAŞARIZ
Yaşanılan olaylar,
“insan”ı gerçeğin dünyasına yönlendirir. İnsanı, hayâl
dünyasından çıkartır.
En önemli nokta
burasıdır!.
Hepimiz kendi kafamızda bir hayâli
dünya yaratırız. Hayâli değerler oturturuz. Hayâli kavramlar meydana getiririz. Ve,
öyle bir dünyada yaşar, orada kendimizi hapsederiz…
Halbuki, yaşanılan gerçekler öyle değildir.
İnsanın hayâl dünyasındaki değerleri ne kadar çoksa, yaşamın
gerçekleri ile karşılaştığı zaman duyacağı azap da o kadar fazla olur.
Ne kadar gerçekçi
yaşarsan, Allah’ın yarattığı bu Sistem ve Düzeni, ne kadar gerçekçi bir biçimde
anlayıp değerlendirebilirsen, olaylar karşısında o kadar az etkilenirsin.
Olaylar seni o kadar az sarsar.
Ve, kendini o kadar sağlam bir geleceğe hazırlarsın!.
Dolayısıyla, gerek dünyada yaşarken, gerek daha sonrasında;
çeşitli azap ve sıkıntılardan, yanmalardan kurtulmak; dünyada yaşarken huzura
ermek, ancak ve ancak Allah’ı bilmek, O'nun var ettiği Sistem ve Düzeni idrâk etmekle mümkün olur.
Kim, Allah’ı ötede bir
tanrı gibi düşünüyorsa, o anda veya o düşüncesi devam ettiği sürece, dünyada
da, âhirette de azâp çekmeye
mahkûmdur. Kendi azâbını
kendisi oluşturuyordur.
Nitekim, Hadis-i Şerifte ;
“Cehennemde ateş,
odun yoktur!. Herkes kendi ateşini, odununu dünyadan
kendi götürür,”
buyuruluyor..
Dünyada edindiğin
yanlış değerler, yanlış şartlanmalar, yanlış kabuller, senin bu dünyada da
yanmana, azap çekmene sebep olur, öbür dünyada da!.
hf
HERKES HERŞEYİ HAYÂLİNDE GÖRÜR VE
DEĞERLENDİRMESİNİ DE
KENDİ VERİ TABANINA GÖRE YAPAR!
Herkes,
birbirine ve her şeye bakar; fakat, kimse, bir diğeriyle aynı şeyi görmez!.
Herkes, aynı şeye
bakar; fakat, aynı şeyi, mutlaka farklı görüp
değerlendirir.
Herkes, her şeyi,
dışarıda değil, hayâlinde görür ve değerlendirmesini
de, kendi veri tabanına
GÖRE yapar.
Herkes, farklı şeyleri
olduğu gibi, aynı şeyi dahi, ayrı zamanlarda, aynı şekilde değil, farklı
şekilde algılayıp değerlendirir.
Hiç kimse, aynı şeyi, iki defa görmez ve iki defa aynı
şekilde algılayamaz.
Herkes, her şeyi, kendi
veri tabanına GÖRE değerlendirdiği için de, her şey, değerini değerlendireninden alır.
hf
HAYÂLİMİZDE SEVER,
HAYÂLİMİZDE KORKAR,
HAYÂLİMİZDE DEĞER VE PÂYE VERİR
YA DA DEĞERSİZ KILAR; YAŞAYAMADIKLARIMIZI HEP
HAYÂLİMİZİN DERİNLİKLERİNDE YAŞARIZ!
Gençliğimde okuduğum
ve bana misâlleriyle uyarılarda bulunduğu için
sevdiğim bir kitaptı Filibeli Ahmed Hilmi’nin yazdığı “A’mâk-ı Hayâl” isimli kitap. Hayâlin Derinliklerinde…
Gündüz ve gecemizin pek çok saatlerinin içinde
geçtiği âlem, hayâl!.
Hayâlimizde sever, hayâlimizde korkar, hayâlimizde
değer ve pâye verir ya da değersiz kılar; korktuklarımızı, umduklarımızı; yapma
özlemi duyup da yapamadıklarımızı veya yaşamak isteyip de etraf yüzünden
yaşayamadıklarımızı bizler hep hayâlimizde yaşarız!.
Hayâlinizdekilerin tümünü
paylaşabildiğiniz acaba kaç yakınınız var?
Ne güzel bu kadar
geniş çevresi olmak!!!…
Hayâlindekilerin tümünü paylaşacak kimsesi olmayan
insan, yeryüzünde yalnız yaşayan insandır!.
Herkes
hayâlindekini apaçık dillendirip ortaya koysa, acaba yakınında kaç kişi kalır?.
Hayâllerimizdekini açmıyor, açamıyorsak,
karşımızdakine başka bir yüzle mi, maskeyle mi çıkıyoruz acaba hep?
Kim kimi, niye, ne
kadar, nasıl aldatıyor; neden?
Kafam dağınık bugün
toparlayamıyorum ve böyle bir yazı çıkıyor işte…
Halkın evlâdına 2000 yılında 30 yıl önceki verilere
göre düzenlenmiş bilgiler öğretilirken okullarda; “derin” yönetim okullarında
en son verilere göre eğitim veriliyor!.
Adam o kadar zeki ki; torunlarına yatırım olsun
diye, çeyiz sandığı büyüklüğündeki bilgisayarlardan almış saklamış 40 yıl önce…
Ne miras!
Şimdi bunu bazıları da adamın kafasındaki,
beynindeki PC diye anlayacak tabii…
Tanrısı ile “ALLAH” adı arasında sıkışmış kalmış; birinden kopamayan,
ötekine eremeyen; bırak ermeyi, kavrayacak yeterli aklı olmayan mukallitin avuntu dünyası!
En iyisi okumayın bu yazıları, kafanız karışmasın;
düşünmeyin!. Düşünmek tehlikelidir!.
Sonra belki GERÇEKLERİ görürsünüz basîretinizle!.
hf
İNSAN EBEDİYYEN
HAYÂL İÇİNDE YAŞAYACAK
Alt bilinç tarafından üretilen fikirlerin, beyinde belirli hayâl
sûretleri oluşturularak üst bilinç tarafından değerlendirildiğini; bu yüzden
insanın, varoluşundan ebede kadar, hep hayâl içinde
yaşayacağı gerçeğini ise pek az insan fark etti!.
hf
ÖLÜMÖTESİ YAŞAMDA HAYÂLLERİNİ
ORANIN GERÇEKLERİ GİBİ YAŞAYACAKSIN
Dünyada cehennemi
de cenneti de kendi içimizden kaynaklanan bir biçimde yaşadığımız kesin!.
Biz daima veri tabanımıza GÖRE içinde
bulunduğumuz şartları değerlendirir; sonucunda da içinde bulunduğumuz
şartlardan ya mutlu oluruz ya da yanarız.
Mutluluğumuz, mutsuzluğumuz hep hayâlimizde(N)dir!.
Rüya misâlindeki gibi, dünya sonrası kabir âlemini de, daha
sonraki boyut ve yaşam şartlarını da hep gene dünyayı algıladığımız gibi; madde
olarak algılayacağız; ancak o boyut şartlarının getirdiği yaşam biçimlerine
göre.
hf
“SUKÛTU HAYÂL”
(YAŞAMIN GERÇEĞİ İLE YÜZYÜZE GELMEK)
“Yaşamın gerçeği
ile yüzyüze gelmek” demektir,
çünkü yaşamın pekçok gerçeği bizim hayâl
ettiğimiz gibi değildir.
Biz yaşamın düzen ve sistemini idrâk
edemiyoruz, kavrayamıyoruz. Çünkü daha kozamızdan dışarı başımızı çıkarıp şöyle
bir gerçek âleme bakamamışız, işin püf noktası burasıdır!
Kozamızın içindeki hayâl gerçekler, yaşamın
gerçekleri ile pekçok zaman bağdaşmaz. Doğduğunuz
-büyüdüğünüz köyün, kasabanın ya da şehrin gerçekleri o ülkenin sınırları
dışında çoğu zaman bir değer ifade etmez.
Sizin doğup büyüdüğünüz Türkiye sınırları içinde kalan değer yargıları
ile Tayland’daki, Malezya’daki, Afrika’ın tanrıkulu kabilesindeki değer yargıları ve oranın
gerçekleri birbirinden çok farklıdır, ama bunların hepsi de ALLAH KULU’dur!
Bütün bu ALLAH KULLARI’nda değer yargıları
varsa siz bu farklı farklı değer yargılarından yalnızca
birini kabullenip benimseyip onun üzerine hayâller
kurduysanız başka gerçeklerle karşı karşıya geldiğiniz zamanda mutlak sukûtu
hayâle uğrayacaksınız!
İşte bu sukûtu hayâle uğramanızın sebebi,
bilemediğiniz bir gerçekle karşı karşıya kalmış olmanızdandır!
Onun içindir ki ; “Hayâl hayatın
desteği, sukûtu hayâl işin gerçeğidir!” diyoruz.
İnsanın ne kadar çok sukûtu hayâli olmuşsa
yaşamında, o kadar çok gerçeklerle yüzyüze gelmiş
demektir.
“Ben hiç hayâli sukûta uğramadım” diyen insanda
kendi hayâl dünyasından dışarı başını çıkartmamış, yaşamı kozası içinde geçmiş
demektir.
Onun içindir ki, gezmenin faydası çoktur. Çok gezerseniz gezdiğiniz
yerlerdeki başka başka değerleri -bakış açılarını
görür, farkeder, o zaman Allah’ı biraz daha
tanırsınız. Zira sizin kozanızın tanrısından çok farklıdır” demek dahi abes
gelir, Allah’ın varlığa bakış açısını kıyasa sokmak!
Ne yapacağız?..
Yapacağımız çok basit!
Hayatta ne ile karşılaşırsak karşılaşalım, o karşılaştığımız olayı şu an
için “Allah bu olayın böyle cereyan etmesini istemiştir!” diyerek olduğu gibi
kabullenmek ve de “görelim MEVLÂ neyler, neylerse güzel eyler” diyerek teslim
olmak.
Yapacağınız bana göre en akıllı iş budur!
hf
HAYÂL HAYATIN DESTEĞİ,
SUKÛTU HAYÂL İSE GERÇEĞİDİR…
İNSAN HAYÂL İLE KOZASINI
ÖRER,
SUKÛTU HAYÂL İLE
GERÇEĞİ GÖRME ŞANSINI ELDE EDER
İnsanlar hayâl ettikleri sürece yaşarlar...
Hayâl, yaşamın en büyük desteğidir.
Umutları olmasa
hiçbir insan yaşamaz.
İnsanı yarına
baktırtan umutlar, hayâllerdir...
Kesin bir gerçek bu!.
Hepimizde var…
Ama bunun ötesinde
bir gerçek daha vardır;
Sukûtu hayâl,
yaşamın gerçeğidir!.
“Sükût-u hayâle
uğramak” demek, yaşamın gerçeği ile karşı karşıya, yüz yüze gelmek demektir!. Çünkü, yaşamın pek çok gerçeği, bizim hayâl ettiğimiz gibi değildir.
Biz, yaşamın düzen ve sistemini idrâk
edemiyoruz henüz, fark edemiyoruz, kavrayamıyoruz. Çünkü daha kozamızdan
başımızı dışarı çıkarıp şöyle bir gerçek âleme bakamamışız!.
İşin püf noktası burasıdır!.
Kozamızın içindeki
hayâl gerçekler, yaşamın gerçekleri ile pek çok zaman bağdaşmaz!.
Doğduğunuz
büyüdüğünüz köyün, kasabanın ya da şehrin gerçekleri, o ülkenin sınırları
dışında çoğu zaman bir değer ifade etmez!.
Sizin doğup büyüdüğünüz Türkiye sınırları içinde
kalan şehirlerdeki değer yargıları ile Tayland’daki, Malezya’daki, Afrika’daki Tanrıku kabilesindeki değer yargıları ve oranın gerçekleri
birbirinden çok farklıdır.
Ama, bunların hepsi de Allah kuludur!.
Bütün bu Allah kullarında farklı farklı değer
yargıları varsa; siz bu farklı farklı değer
yargılarından yalnızca birini kabullenip, benimseyip, onun üzerine hayâller kurduysanız; başka gerçeklerle karşı karşıya
geldiğiniz zaman da mutlaka ve mutlaka sükût-u
hayâle uğrayacaksınız.
İşte bu sükût-u hayâle uğramanızın sebebi, bilemediğiniz bir gerçekle
karşı karşıya kalmış olmanızdandır!.
Onun içindir ki, “hayâl, hayatın desteği; sükût-u hayâl ise, gerçeğidir”
diyoruz.
İnsanın ne kadar
çok sükût-u hayâli olmuşsa yaşamında, o kadar çok
gerçeklerle yüz yüze gelmiş, demektir.
“Ben hiç sükût-u hayâle uğramadım” diyen insan da, kendi hayâl dünyasından
başını dışarı hiç çıkarmamış, yaşamı kozası içinde geçmiş demektir.
hf
İnsanlığın
yolu, gerçekleri görebilmek, kabullenebilmek ve hazmedebilmekten geçer!.
hf
İnsan, hayâlleriyle
kozasını örer; sükûtu hayâl ile gerçeği görme şansını elde eder; bunu
değerlendirirse de kozası biraz daha delinmiş olur!
hf
Hayatın, hayâl desteği; sükûtu hayâl
ise gerçeğidir!.
hf
Kendini
aldatmak mı, gerçeği yaşamak mı daha iyidir sence?
hf
VERİ TABANIN YETERSİZSE
GÖRDÜĞÜN HAYÂL
DE
GERÇEĞE UYGUN DEĞİLDİR
Gerçeği itibariyle, biz bir insan olarak hiç bir zaman karşımızdaki
kişiyi değil, o kişinin beynimizdeki hayâlini görürüz.
Sen, karşımda oturuyorsun, senden
çıkan ışık dalgaları geliyor, benim göz bebeğime vuruyor, göz bebeğimden sarı
noktaya aksediyor. Sarı noktadan beynime bioelektrik
bir mesaj geliyor, görme siniri ile... Beyin, gelen bu bioelektrik
mesajı kendi hücreleri arasında değerlendirerek bir hayâl
oluşturuyor. İşte senin, "görüyorum!." dediğin şey, o beyninin içinde oluşan hayâldir.
Nasıl ki rüya görüyorsun... Rüya
gördüğün anda gözün kapalı, dışarıdan gelen hiç bir şey yok... Ama, beynindeki bilgiler, senin hayâl mekanizman sonucunda
bir hayâl görüntü şekline dönüşüyor.
Aynı şekilde göz açıkken gördüğün her
şey de, aslında beyninde oluşan hayâller şeklindedir.
Eğer gelen sinyalleri değerlendiren veri tabanın gelişmemiş ya da yetersizse,
arızalıysa, gördüğün hayâl de ona göre arızalıdır; gerçeğe uygun değildir!. Bu da senin beyninde hayâl
gördüğünün isbatıdır.
Birisi bakıyor, o şeyi orijinal
olarak görüyor. Öteki bakıyor, görme bozukluğu var, görme bozukluğu nedeni ile
o şeyi deforme olmuş bir şekilde görüyor!. Niye öyle
görüyor? Çünkü, görme cihazı arızalı!. Arızalı araçtan
beyne yanlış bilgi gidiyor. Yanlış bilgi gelince de beyin yanlış bilgiye göre
bir değerlendirme yapıyor, yanlış bir hayâl
oluşturuyor.
hf
İNSAN NİÇİN YAŞAMIN ACI GERÇEKLERİYLE
KARŞI KARŞIYA KALACAK?
Kendinizde olduğu gibi
başkalarında da ortaya çıkan özellikler, yine Allah’ın isimlerinin özellikleridir.
Ama biz etrafa dönük değil, önce kendimizi geliştirmek
yönünden olaya bakarsak, nasıl zikir beyinde belli bir kapasite genişlemesini
ve bu kapasitenin gelişmesine bağlı olarak kişilikte gelişmeleri ve kişiliğin
tekâmülünü getiriyorsa ve bu özellikler de otomatik olarak beyin tarafından
ruha yüklendiği için, ruhunuzun da çok daha yüksek kapasitede özelliklerle kemâlâtla üretilmesini sağlamış oluruz.
Yani yaptığımız bu
zikir çalışmaları veya bu zikir yanısıra yaptığımız
diğer “ibadet” adı verilen bireysel menfaate dönük çalışmalar, yani
namaz-oruç-hac vs. gibi çalışmalar hep bizim kendi geleceğimizi en güzel
şekilde inşâ etmek, ölüm ötesi boyutta yaşam
şartlarımızı güzelleştirmek amacına yöneliktir.
Dolayısıyladır ki biz,
ya bu çalışmalarla kendi ölümötesi yaşam bedenimiz
olan astral bedenimizi-ruhumuzu geliştireceğiz,
kuvvetlendireceğiz ve bunun ötesinde Allah’ı ve Allah’a ait özellikleri daha
iyi anlayıp kavrayacağız, ve onları
anladığımız-bildiğimiz ölçüde kendi yaşamımıza ona göre yön vereceğiz...
Ya da
bunları ihmal edeceğiz, bütün bunlardan bîhaber olarak; sanki yukarıda ötede
bir tanrı varmış gibi, sanki onun bizim yaptığımız şeylere ihtiyacı varmış gibi
olayı değerlendirip; “Aman canım.., O’nun benim
yaptığıma ihtiyacı yok!“ deyip, her şeye boşverip,
ondan sonra da yaşamın son derece acı gerçekleriyle karşı karşıya kalacağız!.
İşte bu sohbetimde
size bilebildiğim, muttalî olabildiğim kadarıyla
yaşamın gerçeklerinden ve bu gerçeklere dayalı olarak gelmiş olan Din’in
tekliflerinden ve Din’in geliş gerekçelerinden söz etmeye çalıştım...
Bilemiyorum faydalı
olabildim mi, olamadım mı?...
Ama şurası kesin
gerçek ki, bu anlattıklarım doğru veya yanlış da olsa siz gene de bu konuları
ana kaynaklardan araştırın, düşünün, inceleyin, etüd
edin.
hf
SUKÛTU HAYÂLLER
SİSTEMİ ÖĞRENMEYİŞİN FATURASIDIR
Sükûtu hayâller daima gerçeklerle karşılaşmaktan doğar... Ne kadar
çok sükûtu hayâlin varsa, o kadar gerçekle karşılaşırsın!.
hf
Karşılaştığın sükûtu hayâller, Allah sistem ve düzeninin gerçekleridir. “Sistem”i
öğrenmeyişinin faturasıdır!.
hf
Büyük sükûtu hayâller,
gerçekçi olmayan hayâllerle gelir.
hf
Yetersiz bilgiyle doldurulmuş veri
tabanları, gerçekleşmesi mümkün olmayan ham hayâller
kurarlar; sonucunda da sükûtu hayâller yaşarlar.
Kim ne zaman sükûtu hayâle uğramışsa,
bu onun kurduğu yanlış veya geçersiz hayâllerinin sonucudur!.
İnsan veri tabanındaki verilere
dayanarak hayâl kurar… Bu kurduğu hayâllerin
de gerçek olmasını bekler. Oluşması için kuvvelerini harekete geçirir...
Sonuçta da hayâlleri gerçek olabilir!.
Ne var ki, o isteklerinin hayâlleri
doğrultusunda gerçekleşmesi çoğu zaman da mümkün olmaz!.
Çünkü oluşturmak istediği ya da oluşmasını beklediği konuda yanlış veriler
edinmiştir. Bu yüzden de sükûtu hayâl mukadder olmuştur kendisine,
elleriyle yaptıklarının sonucu olarak!.
hf
Hayâllerle ördüğün kozanın dışındaki
gerçekleri araştırmazsan, bil ki yarın seni pek çok sükûtu hayâl beklemekte!.
hf
YAŞANILAN OLAYLAR, İNSANI
HAYÂL DÜNYASINDAN ÇIKARTIR;
GERÇEĞİN DÜNYASINA YÖNLENDİRİR
Dünyada yaşarken cehennem azâbını yaşamanın,
yanmanın sebebi, şirki hafî denilen, gizli şirktir.
Ancak, gizli şirki atmış olabilenin ateşi, azâbı, cehennemi biter.
“Ey mümin, üzerimden çabuk geç!.
Nûrun ateşimi söndürüyor” şeklindeki cehennemin
hitâbı; iman ehli kişinin inancının, azâp ortamını ortadan kaldırdığını,
anlatmaktadır.
Aynı sıkıntılı ortamı paylaşan iki kişiden biri imanlıdır; “Allah
böyle takdîr etti, böyle oluyor, bunda da bir hikmet
var.” der, azâbı, sıkıntıyı duymaz...
Diğeri ise, Allah’ı görmez. Gizli şirk ehlidir. Cehenneminde
yaşar.
O, başına gelen işin Allah’tan olduğunu bilmez… “falanca yaptı da onun
için bu iş başıma geldi“ der. Ve bu sefer kendini, kendi eli ile ateşe atar.
Bilmez ki, başına gelenlerin tümü, falanca veya
filânca kişinin yapmasından değil; Allah’ın ona, o olayı yaşamasını takdîr etmesinden, o hâli yaşamasını dilemesindendir.
O yaşadığı kötü olay, tecrübedir.
İnsan, bu dünyaya belli tecrübeleri yaşayarak,
belli bir kemâle ulaşmak için gelir.
Yaşanılan her kötü olayda da bir ibret vardır.
Bu ibreti, ya o olayı yaşarken alırsın. Ya da, aradan üç ay, beş ay, bir
sene, beş sene geçtikten sonra alırsın. Ama neticede, yaşanılan her olayda bir
ibret vardır.
Yaşanılan her azâp ve
sıkıntı bir takım yanlış, eksik bilgilerin giderilmesine vesile olur.
Yaşanılan olaylar, “insan”ı, gerçeğin dünyasına
yönlendirir. İnsanı, hayâl dünyasından çıkartır.
En önemli nokta burasıdır!.
hf
YAŞAMINIZLA KUMAR
OYNAMAYIN!
“Yaşamınız” derken,
EBEDİ YAŞAMINIZdan sözediyorum.
Şu dünyada kaç saniye
yaşadık ve daha kaç saniye yaşayacağız, gerçek boyuta, gerçek zaman değerlerine
göre?... Bunu hatırlayın…
Yaşamınızın kaç
saniyesi gitti veya kaç saniyesi veya salisesisi
kaldı?
“Timer” hızla işliyor!
Geri sayım başladı... 59 58 57 56....
Hızla azalıyor zaman!
Öyleyse bu kalan
zamanı çok iyi değerlendirin! Bu dediklerimi araştırın! “Doğru mu, değil mi?”
bunları tasbit edin, kalan son süreyi iyi
değerlendirmeye bakın!
Bir daha geri geliş, Kurân’a göre
yok!
Hz. Muhammed’e göre
insanın bir daha dünyaya gelerek yapmadıklarını yapması, hatalarını,
yanlışlarını telâfi etmesi mümkün değil!.
Yarın öbür tarafa
gittiğiniz zaman, burdaki bu değerlerin hiçbirisi
geçerli olmayacak.
Öyleyse lütfen, bu
gerçekleri olabildiğince gerçekçi bir biçimde düşünerek pişman olmayacağınız
bir biçimde yaşamınıza yön vermeye çalışın. Zira son pişmanlık noktasında, size
bir daha kesinlikle geri dönüş hakkı olmayacak!.
Allah hepimize pişman
olmayacağımız bir şekilde yaşamı değerlendirmeyi, yaşamın gerçeklerini
değerlendirmeyi kolaylaştırmış nasip etmiş olsun!
hf