kavramlar.jpg (6719 bytes)

 

HÜRRİYET

“HÜR” OLANLARIN MAHALLİ...

(Zâtını tanıma mertebesi)

 " Ve daha buyurdu ki;

-Ey Gavs-ı Â'zâm. Zâhidleri nefis yolunda; ârifleri kalb yolunda; vâkıfları ruh yolunda kıldım. Nefs'i de HÜR olanlara mahâl kıldım.."

"Hürlerin kalbleri sırlar kabirleridir." demişlerdir.

"Zâhidleri nefis yolunda." mücadele ile meşgul kıldım;

Zâhidler, nefis terbiyesi için çeşitli şeylerden ellerini ayaklarını çekerler. Nefsin terbiye olması gayesiyle evden barktan çeker elini ve bir lokma bir hırkaya kalana kadar her şeyden çeker elini eteğini. Ama gene de nefsinin isteklerinin sonu gelmez kolay kolay. Bu yolda ömrünü tüketenlerin sayısı hadsiz hesapsızdır.

"Arifleri de kalp yolunda" mücahede ile meşgul kıldım;

Ârif, irfan sahibidir. Hikmetler ve hikmetlerin müsebbibi ile meşgul olur. Eserden müessire yani eserden eseri meydana getirene ulaşmak gayesiyle mücadele verir durur.

Ârif, kalp mertebesinde melekût âlemi’nin varlıkları, tecellîleri ile meşguldür. Ârif’e göre, Hakk'tan ve O'nun tecellilerinden başka bir şey yoktur.

"O şöyle diledi, O böyle yaptı, O bu hikmetle bunu meydana getirdi; O'nun tecellileri şöyledir, böyledir." gibisinden her an O'nunla meşguldür.

"Ârif"in iyi bir mertebesi vardır; ama, yine de, elde edemedikleri elde ettiklerinin yanında hesaba gelmez!

Her yerde ve şeyde Hakk'ı görmesine rağmen; bir Hakk vardır, bir de kendisi. Nazarında çok Tek’e dönüşmüştür ama; bir O Tek vardır, bir de kendisi! Çokluktan çıkmış, çiftliğe girmiştir!

Hâlâ nazarında bir "O" vardır, bir de "O"nu tesbit eden kendisi! Yani, diğer bir deyişle "şirki hafî" veya açık deyimiyle "gizli şirk" devam etmektedir.

Bu hâl "mülhime" nefs mertebesinin hâlidir.

Burada bahsedilen "Ârif"tir; "Ârif-i billah" değildir.

3.nefs mertebesinde olana "ârif"; irfanına, "mârifet" denilir.

6.nefs mertebesinde olana "Ârif-i billah" irfanına da "Mârifeti billah" denilir ki aralarındaki fark hadsiz hesapsızdır.

Birincisinde henüz "velâyet" tahakkuk etmemiştir; çünkü "velâyet" 4. basamak olan "mutmainne"de başlar.

İkincisindeki "velâyet" ise, kümmelîne ait aktâbiyettir ki, "dörtler", "yediler" gibi zevâtı kirâmın nefs hâlidir.

Zâhidlere göre ârifler hayli yüksek mertebe sahipleri olmalarına rağmen, dereceleri kendilerinden bir yukarıdakiler olan "vâkıfîn" yanında hayli düşüktür.

"Vâkıflar da ruh yolunda meşguldür..." Hakikat mertebesi ehilleridirler...

Vâkıflar, "ruh" boyutunda kendilerini tanımışlardır. Burada bahse konu olan "ruh", vehim yollu kabul edilen birimsel ruh değil, "Ruh-u Â'zâm"dır. Bu sebeple de, bu mertebedekiler, vahdet mertebesinde, çokluk kavramının içine giren her şeyden berî olarak yaşarlar!

Vahdet müşâhedesi içinde, esmâ-i ilâhî’yeyi seyir hâlindedirler.

Burası, hakikat mertebesine tekâbül eder. Kendi isimlerinin mânâlarının türlü şânlarını seyir hâlindedir.

Kim mi?..

Elbette ki O! Birimin ne haddine!

Bütün bunların yaşamını devam ettiren, Bâkî olan Hak'tır!

Ancak ne var ki, tüm kemâlâta rağmen, bu seyir dahi esmâ âlemine dönük olduğu için; "zât" mertebesine nisbetle, zâti ilim indinde kesrete dönük bir mertebe durumundadır.

Bu tecellinin yaşandığı, bu şânın bulunduğu mahâl, hakikate vâkıf olmuş anlamında olarak "vâkıfıyn" diye anılır. Vâkıf olmuşlar...

"Mukarrebûn" diye de anılırlar. “Allah'a hakkel yakîn olmuşlar” anlamında olarak. Bu mertebe velâyetin en üst mertebelerindendir.

"Zâtî" tecellî bu zevâtı kirâmda "berkî tecellî” şeklindedir.

Bir de bunların ötesinde zamanın İnsan-ı Kâmil'ine ve Gavs'ına has olan "Tecellî Zâti" vardır ki; bu zevâtta bu durum daimidir.

İşte onlar için anlatılan, "NEFS'i hür olanlara mahâl kıldım" ibaresidir. Mutlak mânâda "NEFS"="BEN" onların mahâllidir! Zât'ını tanıma mertebesi yâni...

Zâtıyla zâtını bilişin, âlemde zuhûr yollu izharı için meydana gelen bir şândır bu!

ara.jpg (366 bytes)

 

“HÜR” OLANLARIN BİLİNÇLERİ,

ALLAH’IN İLMİYLE DOLU BİR HALDE

HADSİZ HESAPSIZ SIRLARLA DOLUDUR

"HÜR" kelimesi gerçekte sadece bu zevât için kullanılır. Ve onların kalbleri, yani bilinçleri Allah'ın ilmiyle dolu bir hâlde hadsiz hesapsız sırlarla doludur.

Bu mertebedeki "Zâtî ilim” hakkında ne bugüne kadar bir açıklama yapılmıştır, ne de bundan sonra böyle bir açıklamanın yapılabilmesi mümkündür! Zâtî ilim’den sözedilmesi muhaldir!

"Allah'ın zâtı üzerine tefekkür etmeyiniz!"

şeklindeki Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın beyânı işte bu gerçeğe işaret eder. Çünkü Zâtî sırrın tefekkür yoluyla çözülmesi muhaldir! Fikir okları o hedefe ulaşamaz, yarı yola bile ulaşmadan ters yüz olup atana geri döner.

Burada artık bırakın ef'âl müşâhedesini, esmâ mânâlarıyla bile kayıttan sözedilemez..

"Allah yerleri ve gökleri yaratmadan evvel nerede idi?.."

sorusuna

"Allah yerleri ve gökleri yaratmadan evvel altında ve üstünde hava bulunmayan A'MÂ 'da idi."

diye cevap veren Rasûlullah, Zâtın hakikatı olan bu AHADiyet mertebesi’ne işaret etmiştir.

Esasen bu bahsettiğimiz hadîs-i şu diğer hadîs-i şerîf ile birlikte mütalâa edersek, ehlinin farkedeceği önemli bir nüans açığa çıkar:

"Allah vardır  ve O'nunla beraber hiç bir şey yoktur!"

Bu konuda daha ileri gitmek burada gereksiz. Bunları yaşamayana satırlardan bunları anlatmak imkânsız gibidir.

Ehli ise zâten bunları hâliyle bilir ve bilvesile bizim de bunlardan haberdar kılındığımızı anlar. Bâkî Allah'tır!.

yazdir

  Tüm Kavramlar Programı

 

Yayınlarımızın Telif Hakkı Yoktur. Sitemizdeki tüm bilgiler, Hz. MUHAMMED'in (aleyhisselâm) bildirip açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edilenin hakikatinin ne olduğunun öğrenilmesi ve "DİN" denilen yaşam sisteminin bu vizyonla değerlendirilebilmesi için, tüm insanlarla karşılıksız paylaşılmak üzere hazırlanmıştır. Tüm yayınlarımızı ücresiz okur; dinler, bilgisayarınıza indirebilir, çoğaltabilir; YAZAR ve KAYNAK BELİRTMEK ŞARTIYLA her yoldan bütün çevrenizle paylaşabilirsiniz. Allah ilmine karşılık alınmaz. Prensibimiz maddî ya da manevî karşılıksız paylaşımdır.

www.allahvesistemi.org