“İSLÂM” OLAN YEGÂNE “DİN” İLE
ÖNCEKİLER ARASINDAKİ EN ÖNEMLİ FARK...
(İsmi "Alllah" olanı fark ettikten sonra, "Sünnetullah"ı fark edip-ona göre yaşayıp yaşayamama farkı)
Algılanan ve algılanamayan tüm yapıyı, ilminde ilmî suretler halinde kendi sıfat ve esmasıyla yaratan, “yok”tan “var” kılan; onların, her an yeni bir şe’n (oluş) ile sonsuza dek kulluklarını ortaya koymalarını dilemiştir.
Bu nedenledir ki, evren içre evrenler, belli bir sistem ve düzen içinde açığa çıkmışlardır; ve dahi varoluş amaç ve sistemlerine göre de varlıklarını oluşturan sıfat ve esmâ varoldukça yaşayacaklardır!.
İşte bu “sünnetullah” kapsamında, dünya üzerinde açığa çıkmış insan bilinci, bir yandan varlığın ve varlığının hakikatini anlamaya çalışırken; diğer yandan da, varlığını nasıl ve ne şekilde sürdürmesinin, yarını için nasıl daha hayırlı ve olumlu olacağını sorgulamak durumundadır!.
Buna cevap ise, en mükemmel şekliyle Allah Rasûlü ve son nebisi Muhammed Mustafa aleyhisselâm tarafından gelmiştir.
Vahye dayanan Muhammedî öğreti; tanrısal kökenli olmadığı içindir ki “LA İLAHE = TANRI (tanrısallık kavramı) YOKTUR” ile başlamış; ve “illâ ALLAH” diyerek devam etmiştir!. Tanrısallık kavramı yoktur yalnızca ismi “ALLAH” olan vardır, ki bu yüzden de bir dış varlığa tapınma söz konusu olmayıp; “sünnetullah” gereği yapılası uygulamalar yani “ibadet” gereklidir; denmiştir anlam itibariyle.
Evet, geçmişteki bazı tesbitlere artı olarak gelen “sünnetullah” bilgisi, konunun, ismi “ALLAH” olanı fark ettikten sonraki, en önemli bölümüdür.
İnsanın yaşamını ve geleceğini cennet edecek olan da; cehennemi yaşatacak olan da, kişinin “sünnetullah”ı değerlendirip değerlendirmemesine bağlıdır. Yaratılışı elverenler, “sünnetullah”ı değerlendirirler ve yaşamları, gelecekleri cennet adıyla tanımlanan mutluluk ve huzur ortamı olur!. “Sünnetullah”ı değerlendirmeyenler de yaşadıkları günden başlayarak türlü şekillerde yanma ortamı içinde ömür sürerler.
Yani, tüm öncekilerle adı “İSLÂM” olan yegâne “DİN” arasındaki en önemli fark, ismi “Allah” olanı fark ettikten sonra, “sünnetullah”ı fark edip, ona göre, yaşayıp yaşayamama farkıdır!.
Çünkü, ismi “ALLAH” olanı tanımakla, varlığın, kişiliğin, bilincin, suda şekerin eriyip yok olması gibi, asla yok olmamaktadır!
Taoizm’in sözettiği “HİÇ”liğe eren de; Nirvana’ya ulaşan da, Yehova’yı bulan da; ismi “Allah” olanın idrâk edilemeyecek bir ahadiyyet, derûnundaki özündeki “hiç”lik mertebesi olduğunu farkedip hisseden de, sonsuza kadar, kişilik sahibi bir ruh olarak yaşamak durumundadır dünya yaşamında ayrıldıktan sonra; adı “ölüm” olan dönüşüm ile; gideceği hangi ortamda olursa olsun!.
Bu yüzdendir ki kişi, hakikatini ne düzeyde fark ederse etsin, sonuçta, SON NEBİ’nin bildirdiği Sistem ve düzen gerçeklerine göre yaşantısına ve uygulamalarına yön vermek zorundadır. Ki bunun bir adı da “sünnetullah”ı anlayıp ona göre yaşamaktır!.
Yaratış Sistemi gereği, herkes, yalnızca kendisinden açığa çıkanın (elleriyle yaptıklarının) sonuçlarını yaşayacağı ve yaşamakta olduğu içindir ki; SON NEBÎ Muhammed Mustafa’nın ne anlatmak istediğini kavramak herkes için en önemli yaşam gerçeğidir!.
Şimdi geliyoruz bu sohbetimiz başındaki ilk sorunun cevabına. Niçin pek çok Müslüman toplum bugünün en geri kalmış ülkeleridir yeryüzünün sorusunun cevabına.
Bir kısım toplumlar tanrıya inanmadıkları için, ötelerindeki tanrıdan bir şeyler beklemedikleri için, iş başa kalmış; kendi özlerindeki kuvveleri harekete geçirerek yepyeni atılımlar yapmışlardır.
Diğer bir bölüm toplumlarsa, yetiştikleri ekollerden gelen, “güç senin varlığında, dışarıdan bekleme, kendindekini kullanmasını öğren” düşüncesiyle, bütün gayretleriyle kendilerini geliştirmeye çalışmışlardır...
“Sen varlığındaki Yaratının sıfat ve isimlerinin kuvveleriyle pek çok şeyi başarabilirsin; iş ki o kuvveleri keşfet” tasavvufî öğretisinin geçerli olduğu devirlerde, Müslüman toplumlar pek çok alanda Dünya’nın öncüleri olmuşlardır.
Ne yazık ki, zaman içinde “DİN” anlayışı, yalnızca yukarıdakini memnun edip onun rızasını kazanmak diye kabul edilip; ibadeti, yukarıdakine tapınmak diye değerlendiren anlayış yaygınlaşınca, olay rayından çıkmış ve “her şeyi yukarıdakinden beklemek” düşünsel sapmasını oluşturmuştur. Böylece de bir kısım Müslüman toplumların gerileme devri başlamıştır.
Kendi özündeki Yaratanın sıfat ve esmâsından kaynaklanan kuvvelerle yarınını inşâ etmek anlayışı keşfedilmediği; her şey, gerçekte var olmayan yukarıdakinden beklendiği sürece, bu anlayışın yaşandığı toplumların diğerleri yanında geri kalması doğaldır.
Geçmiş bir takım inanış şekillerinde, meselâ Budizm'de, Konfiçyus dininde v.s. de "âhiret günü" denen, "ölümden sonraki bu sonsuz yaşamın devamı ve bütün insanların ve cinlerin biraraya gelip yaptıklarının sonuçlarını görme süreci" anlayışı ve inanışı yoktur.
Ayrıca, reenkarnasyon inancını reddeden "âmentü"deki hükümde burası!.
Bütün ins ve cin, yani madde boyutunda yaşayan insanlar ve madde ötesi dalga(wave) boyutta yaşayan uzaylı denen, cin denen, şeytan denen, iblis denen varlıkların yaşadığı şu boyutun sonsuza dek ileriye dönük olarak devam etmek suretiyle; bir gün hepsinin bir araya gelip dünyada yaşadıklarının ve yaptıklarının sonuçlarını görmeleri olayı söz konusu İslâm dininde... Ve bu da "Vel yevmil âhir" diye ifade ediliyor.