kavramlar.jpg (6719 bytes)

 

KONUŞMA NEDİR,

NASIL OLUŞMAKTADIR,

NİÇİN İNSANA HAS BİR ÖZELLİKTİR?

Bizim beynimiz bir biyokimyasal fabrika olan beden aracılığıyla yaşamına devam eder. Beden dışardan hammaddeyi-gıdayı alır, bu hammaddeyi  bioelektrik enerjiye dönüştürür  ve bu bioelektrik enerji, beynin tıpkı bilgisayarın 220 volt dışardan enerji alması gibi vücudun getirdiği  bioelektrik enerjiyle faaliyetine devam eder. Beyindeki faaliyet, hücrelerarası bioelektrik enerjinin akışıyla oluşur.   

Beyinde kelime ve görüntü yoktur.  

Nasıl bilgisayarın içinde dolaşan mikrovolt cinsinden elektrik sözkonusuysa,  entegreler biotlar transistörler içinde, aynı şekilde, beyin hücreleri arasında da bir bioelektrik akımı vardır. Mikrovolt cinsinden ölçülen bir elektriksel faaliyet vardır, beyin hücreleri arasında...

Bu elektriksel faaliyet, geçtiği hücrenin programlandığı frekansa göre “anlam” oluşturur.

 İşte bu husus, DİN dediğimiz olgunun, mânânın maddeye dönüşmesi noktasıdır; tekniğidir.

Bizim daha en küçük hâlimizden, en küçük  yaşlarımızdan itibaren dışardan aldığımız tüm veriler - impalslar ister kulak yoluyla ister göz yoluyla ister dokunma yoluyla ister koku yoluyla olsun, hep sinir sistemi aracılığıyla bir elektriksel impals olarak beyne ulaşır; o gelen impalsın frekansı istikametinde de hücreler programlanır.

 Daha sonra benzeri bir impals beyne ulaştığı zaman, beyin kendisindeki ona bu frekansın ihtiva ettiği mânânın kendine ulaştığını deşifre eder, çözer  ve böylece bizim   DÜŞÜNME, ALGILAMA dediğimiz olay meydana gelir.

İnsan beyni genel yapısı itibariyle %5 ilâ %12 arasındaki   bir kapasite ile meydana gelir ve devam eder gider  .

Yaklaşık %90 civarında bir kapasite de âtıl kapasite olarak kafamızda saklanır.

Esas itibariyle beyin hücrelerinin tümü, beynin yaptığı tüm görevleri yapabilecek kabiliyettedir..Yani, nasıl biraz evvel izah ettim ki, belli anlamlar taşıyan belli frekanslar gelip o hücreyi o frekansa programlar  ve o frekansın ihtiva ettiği mana istikametinde o hücre görev alır...  İşte bütün hücrelerde o frekanslara göre çalışma yeteneği  vardır.

Nitekim   çocukken çok ufak yaşlarda- bebekken beyninin yarısı alınan bir çocuğun kalan yarım küre beyni, normalde   bizim 2 ayrı kürede yaptığımız faaliyeti rahatlıkla yapabilmektedir. Çünkü beynin yarısının alındığını düşünürsek,  geri kalan o %50 kapasitenin herbir hücresi dahi alınan hücrelerle eşdeğer özelliklere sahip .

İşte bütün mesele bu noktada toplanmaktadır.          

Bizim normalde beyinlerimiz bu %5-%12 kapasite ile  doğuştan ve ana rahminden gelen ve daha sonra da doğuştan sonra aldığı verilere göre çalışma düzeni ve sistemi içindedir. Bizden ortaya dökülen tüm faaliyetler, fiiller ve düşünceler hep beynin bu bahsettiğim çok düşük orandaki kapasitesinin kullanımına bağlıdır.  Ancak ne varki, bu kapasiteyi, beyinde kullanılmakta olan  %5-7-10 luk kapasiteyi arttırma imkânına sahibiz.

Böyle bir olanağımız var!.

Ve bu olanağa bağlı olarak zaten Nebi ve Rasûller Dini tebliğ etmiştir.

Eğer bu %5 lik-7lik-10 luk kapasiteyi arttırma imkanımız   olmasaydı  zaten Nebi ve Rasûllerin dini getirmesine dini tebliğ etmesine bize bir takım ölümötesi yaşamda yarar sağlayacak çalışmaları tebliğ etmesine mahal olmazdı!

Nasıl?...

Biz genelde bir şey, düşündüğümüz zaman beyin hücreleri arasında o ilgili konuya dönük bir bioelektrik  elektrik akışı meydana gelir ..

Şu anda konuşuyorum ve ağzımdan çıkan ses, sizin kulağınıza ulaşıyor. Sizin kulağınıza ulaşan sesten evvel, benim gırtlağımda bir hareket  meydana geliyor…    Bu hareketi sağlayansa, BEYİN!

Ama beyinde ses yok!. Ses diye birşey yok!. Beyinde sadece hücrelerarası bir elektrik akımı var.. Aynen bilgisayarın içindeki mikrovolt elektrik akışı gibi, ilgili alanları ilgilendiren bir biçimde..

Dışarıya herhangi birşey yansıttığımızda veya dışarıya bir şey yansıtmayıp sadece düşündüğümüzde; ”düşünüyoruz” dediğimizde veya “duygulanıyorum” dediğimiz anda beyin kendi verilerine göre kendi içindeki o enerjiyi harekete geçirmek suretiyle belli hücreleri okuyarak; yani belli frekansa programlanmış hücrelerin arasındaki devreyi tamamlayarak  bir anlamı-bir mânâyı meydana getiriyor... Daha sonra bu anlam sinir sistemi vasıtasıyla ilgili organı etkileyerek dışarıya yansıyor.

Eğer bu çalışma sistemini anladıysak, bunun Din’le bağlantı noktasına geçiyorum....

.............

"BENİM RABBİM,

SEMÂDA VE ARZ'DA KONUŞULANLARI BİLİR..."

İnsanlara yaptıklarının sonucunu görme süreci yaklaşmıştır! Onlar ise kozaları içinde aldırmaz bir hâldeler!

Rablerinden gelen her yeni uyarıyı, alaya alarak dinliyorlar!

Akılları fikirleri oyun eğlencede! O, nefslerine zulmedenler, aralarında fısıldaşıyorlar: "Sizden farklı bir beşer mi sanki! Ne olduğunu görüp dururken, sihirli sözlerine mi kapılıyorsunuz?"

 (Hz. Rasûlullah): "Benim Rabbim semâda ve arzda konuşulanı bilir... O, Semî'dir, Alîm'dir" dedi.

Şöyle de dediler: "Konuştukları kuruntulardan oluşan rüyalarıdır! Muhtemelen uyduruyor... Hayır, O bir şairdir! (Eğer böyle değilse) geçmişte yaşamış Rasûllerdeki gibi mucizesini göstersin!"

Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir şehir halkı da iman etmemişti... Onlar mı iman edecekler? (Enbiya/1-6)

 

ALLAH,

 HAKİKATİ İNKÂR EDENLERİN FISILDAŞMALARINI

(Onların  gaybları-derûnî boyutları yaratanı olarak) EN DETAYLI BİLENDİR!

 

İman eden erkekler ve kadınlar birbirlerinin velîleridirler... Olumlu olanları, hakikatin gereği olarak emrederler, olumsuzlardan da birbirlerini engellerler; salâtı ikame ederler ve zekâtı verirler; Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler... İşte bunlara Allah, rahmet edecektir... Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

Allah, iman etmiş erkeklere de iman etmiş kadınlara da, içinde sonsuza dek yaşamak üzere, altlarından nehirler akan cennetler vadetmiştir... (Bir de) Adn cennetlerinde tertemiz yaşam ortamları ve (bu nimetlerin) en muhteşemi olarak Rıdvan'ı! Azîm mutluluk budur işte!

Ey en-Nebi! Hakikat bilgisini inkâr edenler ve münafıklar ile mücahede et ve onlara tavizsiz ol! Onların barınağı Cehennemdir! Ne kötü bir dönüş yeridir o!

Söylemediklerine (dair), Esmâ'sıyla onların hakikati olan Allah namına yemin ederler... Andolsun ki, o küfür kelimesini söylediler; İslâm'ı kabullerinden sonra hakikat bilgisini inkâr edenler başaramayacakları bir kötülüğe teşebbüs ettiler! Sırf Allah ve Rasûlü fazlından onları zenginleştirdiği için intikam almağa kalktılar... Eğer tövbe ederler ise onlar için daha hayırlı olur... Eğer dönerler ise, Allah onları dünyada da sonsuz gelecek sürecinde de acı bir azap ile azaplandırır... Yeryüzünde onların ne bir sahibi ve ne de bir yardımcısı vardır.

Onlardan kimi de Allah'a vaatte bulundu: "Eğer bize fazlından verirse, andolsun ki kesinlikle sadaka vereceğiz ve elbette sâlihlerden olacağız."

Ne zaman ki onlara (Allah) fazlından verdi; onunla cimrilik ettiler ve yüz çevirerek vaatlerinden döndüler.

Allah'a sözlerini tutmamaları, yalancı olmaları, O'na kavuşacakları sürece kadar (Allah'ın), bilinçlerinde ikiyüzlülüğü yaşatmasına yol açtı!

 (Hâlâ) anlamadılar mı ki, Allah, onların özlerindekini de, fısıldaşmalarını da bilir ve Allah gaybları (derûnî boyutları yaratanı olarak) en detaylı bilendir!

Sadakalar konusunda mükellef olduğundan fazlasını gönüllü veren iman etmişlere dil uzatanlar ile (fakirlikleri dolayısıyla imkânlarından) fazlasını bulamayanları alaya alan kimselere gelince, Allah onları maskaraya çevirmiştir... Onlar için acı bir azap vardır.

Bağışlanmalarını niyaz et onların, ya da etme (fark etmez)! Yetmiş kere bağışlanma dilesen de onlar için, Allah onları asla bağışlamayacaktır! Bu onların, Esmâ'sıyla kendi hakikatleri olan Allah'ı ve Rasûlünü inkâr etmeleri nedeniyledir! Allah inancı bozulmuşlar topluluğuna hakikati yaşatmaz.

Allah Rasûlünün isteğinin aksine, gitmeyip geride kalanlar, evlerinde oturmakla sevindiler; Allah uğruna mallarıyla, canlarıyla mücahede etmek hoşlarına gitmedi ve dediler ki: "Şu sıcakta savaşa çıkmayın"... De ki: "Cehennem nârı sıcaklık olarak çok daha şiddetlidir!" Keşke kavrayabilselerdi!

Yaptıklarının sonucu olarak yaşayacaklarını düşünerek, az gülsünler çok ağlasınlar!

Bu seferden döndükten sonra o münafıklar gelip yeni bir sefere katılmak istediklerini söylerlerse de ki: "Siz sonsuza dek benimle beraber çıkmayacaksınız; benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız! Siz ilk defasında evlerinizde kalmaktan mutlu oldunuz... Bundan sonra da diğer geri kalanlar ile beraber oturun oturduğunuz yerde!"

Ebeden, onlardan ölen hiç kimseye cenaze namazı kılma ve onun kabri başında dua etme! Muhakkak ki onlar, Esmâ'sıyla onların hakikati olan Allah'ı ve Rasûlünü inkâr ettiler ve onlar fâsıklar (bilinçleri hakikate kapalı-bozuk inançlı) olarak öldüler.

Onların zenginlikleri ve evlatları seni imrendirmesin! Allah bunlarla dünyada onlara (mekr yoluyla) azap vermeyi ve hakikat bilgisini inkâr eder hâlde canlarının çıkmasını irade ediyor. (Tevbe/71-85)

yazdir

Tüm Kavramlar Programı 

 

Yayınlarımızın Telif Hakkı Yoktur. Sitemizdeki tüm bilgiler, Hz. MUHAMMED'in (aleyhisselâm) bildirip açıkladığı "ALLAH" ismiyle işaret edilenin hakikatinin ne olduğunun öğrenilmesi ve "DİN" denilen yaşam sisteminin bu vizyonla değerlendirilebilmesi için, tüm insanlarla karşılıksız paylaşılmak üzere hazırlanmıştır. Tüm yayınlarımızı ücresiz okur; dinler, bilgisayarınıza indirebilir, çoğaltabilir; YAZAR ve KAYNAK BELİRTMEK ŞARTIYLA her yoldan bütün çevrenizle paylaşabilirsiniz. Allah ilmine karşılık alınmaz. Prensibimiz maddî ya da manevî karşılıksız paylaşımdır.

www.allahvesistemi.org