KAVRAMLARLA KURÂN-I KERİM'E BAKIŞ

 

Ahmed Hulûsi'de Kavramlar-Av.Asuman Bayrakcı

 

"RAB"

  • Rubûbiyet mertebesi sahibi olan...

  • Ef’al mertebesini meydana getirmesi ve ef’al mertebesinde mutlak mutasarrıf olması hasebiyle "Allah" İsmi ile anılan Mutlak Varlığın anıldığı "İsim"...

  • "Esmâ" terkibi...

  • Kişinin "kişiliği" diye isimlendirilen varlığını oluşturan ilâhî isimler...

  • Varlıkta kemâlâtı izhar eden...

  • Varlığı terbiye eden, yönlendiren, belli bir olgunluğa, kemâle sürükleyen...

  • Kazası=Hükmü asla değişmeyen ve kesinlikle yerine gelen...

  • Her an, her "şey"i varediş gayesine uygun bir biçimde, hazırlayan, geliştiren, olgunlaştıran, varoluş gayesinin gereğini ortaya koyduran ve bunun için gerekli herşeyi sağlayan; kısacası, nesneyi mevcut hâliyle ortaya çıkartma özelliğine sahip olan...

  • Esmânın mânâları üzere mahlûkatı varedip yönlendiren-tasarruf eden-terbiye eden...

  • Hareket hâlinde olan hiçbir şey hariç olmamak üzere, tümünü alnında çekip yöneten...

  • “Terbiye” edici, mürebbi(Tasarruf eden-yönlendiren)... Bir şeyi kademe kademe, peyderpey kemâline eriştiren...(Ancak, bir annenin çocuğunu, bir öğreticinin öğrenciyi terbiyesi gibi bir terbiye asla anlaşılmamalıdır; çünkü bu tür anlayış, tam bir bataklığa saplar insanı! Çünkü bu anlayış, neticede bir sen ve bir de seni terbiye eden, senden ayrı, yukarıda ikinci bir TANRI anlayışına sürükler seni!)

  • Her zerrenin mutlak surette hükmünü yerine getirdiği-tâbi olduğu İlâhi İsimler bileşimi...

  • “Âlemler” kelimesiyle işaret edilen, sonsuz sınırsız varlıkların meydana getirildikleri Rububiyet mertebesi...

  • Bütün âlemleri meydana getiren, yöneten, bütün âleme tasarruf eden, bütün bu varlıkların varlığını meydana getiren...

  • "Allah" indindeki âlemler ve içindekiler üzerinde tasarruf eden...
    Kâinatta var olan tek mutlak benlik...

  • Kişinin kişiliğini meydana getiren ilâhî isimler terkibi(İlâhi isimlerin mânâlarının Allah’a ait olması hasebiyle "Allah" İsmiyle işaret edilen Mutlak varlık)...

  • Varlığın alnının arkasındaki beyninde açığa çıkan, esmâ terkibinin oluşturduğu program...

  • "İnsan"ın varlığını meydana getiren bu “Allah” isimlerinin işaret ettiği ilahî güç...

  • "Allah, Adem`i kendi sûreti üzere halketti" açıklamasında belirtilen, "senin varlığını meydana getiren "Esmâ-i ilâhi"...

  • Bedende hükmeden, bedeni yürüten, bedeni götüren İlâhi İsimler terkibi...

  • Senin “takdir edicin”...

  • Esmâ terkibin-bileşimin”...

  • Sendeki mânâların terkibiyet hâli...

  • Kolaylaştırıcın...

  • "Nefs"inin hakikatı...

  • Nefsinin gerçek benliği(Senin kendine has bir benliğin yoktur)...

  • İsyan etmen mümkün olmayan İlâhi İsimler terkibin...

 

Ef’al mertebesi dediğimiz mertebede tasarruf eden, ef’al mertebesini meydana getiren, mutlak varlıktır Allah!

Ef’al mertebesini meydana getirmesi ve ef’al mertebesinde mutlak mutasarrıf olması hasebiyle "Rab" ismiyle anılır.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBANİ KUVVELERİN GEÇERLİ OLDUĞU MERTEBE

"RUBÛBİYET" mertebesi, Rabbânî kuvvelerin geçerli olduğu ve açığa çıktığı, bu kuvvelerin birbirinden fark ve temyiz edildiği mertebedir.

ara.jpg (366 bytes)

"RAB" Rubûbiyet mertebesi sahibi olan anlamındadır. “Rubûbiyet” ise ilahi isimler diye bildiğimiz Esmâ-ül Hüsnâ’nın, hükümlerini âşikâre çıkartma özelliğidir.

ara.jpg (366 bytes)

 

BÜTÜN ÂLEMLERİ MEYDANA GETİREN,

YÖNETEN, BÜTÜN ÂLEME TASARRUF EDEN,

BÜTÜN VARLIKLARIN VARLIĞINI MEYDANA GETİREN

“RAB”DIR!

 Şehâdet âlemi dendiği zaman, bazılarının anladığı gibi, biz sadece madde âlemini anlamayız... Melekût âlemi denen melekler âlemi de gene bu ef'âl âlemi içine girer. Yani Esmâ âlemi dışında kalan âlem, ef'âl âlemidir!..

Bu şehâdet âlemine, ruhlar âlemi denilen âlem, melekler âlemi denilen âlem, cinler âlemi denilen âlem girer; hepsi de ef'âl âlemi hükmündedir!..

Ef'âl âlemi içinde mevcut bulunan varlıkların hepsinin, Rabbı Allah'tır!..

Kısacası Âlemlerin Rabbi, “Allah” ismiyle işaret edilendir! Allah, Rabbül âlemindir!.. Bütün âlemleri meydana getiren, yöneten, bütün âleme tasarruf eden, bütün bu varlıkların varlığını meydana getiren "Rab"dır. Rubûbiyet mertebesidir!..

Buradaki "Rab"lık kavramı. "Rab"lıkla kasıt nedir? "Rab"lığı meydana getiren, "Rab"lık mefhumunu meydana getiren şey, esmâ mertebesidir; yâni Rubûbiyet mertebesi dediğimiz mertebe, Esmâ mertebesidir. İlâhî isimler diye bilinen, Esmâ-ül Hüsnâ diye bilinen isimlerin müsemması, Rubûbiyet mertebesidir.

Bütün âlemler, ilâhî isimlerin mânâlarının âşikâre çıkışından başka bir şey değildir; ve âlemlerde, ilâhî isimlerin mânâlarından başka bir şey yoktur.

Ancak bu âşikâre çıkış, bütün isimlerin mânâlarının bir terkip hükmüyle âşikâre çıkışıdır.

Fiiller mertebesinde, mânâlar mertebesinin âşikâre çıkışı, terkibiyet hükmüyledir. Burayı iyi anlamak lâzım.

ara.jpg (366 bytes)

 

İNSANIN RABBI,

ALLAH İSİMLERİNİN İŞARET ETTİĞİ GÜÇTÜR

   İNSAN, gerçeği itibariyle bir İSİMLER TERKİBİDİR!.

Her insanda, Allah ismiyle toplu olarak işaret edilen isimlerin tümü, yani bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok Allah ismi bir terkip oluşturur. İşte bu terkibe, biz “insan” deriz!. Allah, bu esmâ terkibine “insan” adını takmıştır.

İnsanın Rabbî, kendi varlığını meydana getiren bu “Allah” isimlerinin işaret ettiği ilahî güçtür!.

ara.jpg (366 bytes)

Rabbin; "Allah, Adem`i kendi sûreti üzere halketti" açıklamasında belirtilen, senin varlığını meydana getiren "Esmâ-i ilâhi"dir.

ara.jpg (366 bytes)

 

O İSMİN ARDINDAKİ, O İSMİN KARŞILIĞI OLAN

ESMÂ TERKİBİNİ ORTADAN KALDIRIRSANIZ,

İSMİN ARKASINDAKİ VARLIK DA ORTADAN KALKAR

Kul, Rabbına tâbidir!.

"YÜRÜR HİÇBİR MAHLÛK HARİÇ OLMAMAK ÜZERE HEPSİNİ ALNINDA ÇEKİP GÖTÜREN O'DUR!." (11- 56)

Âyeti işte bu gerçeğe işaret eder.

Yani, o varlığı bulunduğu hâliyle yaşatan; "ALNINDA" -alnının arkasındaki beyninde- açığa çıkan, esma terkibinin oluşturduğu program onun Rabbıdır... Çünkü onun varlığı, kendisinin rabbı olan esma terkibinin tabii sonucudur... Yani, "birim" ismi, kendini meydana getiren isimler bileşiminin adıdır.

Kendisini meydana getiren o esma terkibinin -isimler bileşiminin- dışında, birimin bir varlığı mevcut değildir.

Eğer, o ismin ardındaki, o ismin karşılığı olan esma terkibini ortadan kaldırırsanız; ismin arkasındaki varlık da ortadan kalkar!.

Hangi isimle isimlenen, hangi varlık, hangi birim olursa olsun, o ismin ardındaki varlık bir esma terkibidir; yani rabbın bir isimler bileşimi şeklinde kendi varlığını âşikâre çıkartmasıdır.

Bu yüzdendir ki...

Birimin, hiç bir şekilde, "ALLAH"ın esmâsı dışında, bir zerre varlığı mevcut değildir!. Ve bu sebepledir ki, Abd, rabbının mutlak olarak kuludur!.

Abd, rabbine kulluk etmededir!. Her hâlûkârda!.

Abd'ın rabbine kulluk etmemesi asla düşünülemez ve hayâl bile edilemez... Tasavvur bile edilemez...

Çünkü Abd'ın, Rabbinin varlığı dışında hiçbir şeyi yoktur!. Sadece ismiyle, rabbından ayrı düşmüştür abd!.

Bunu târif sadedinde basit bir misâl vermişlerdir ama, bu misalin kelimelerinde kalınırsa gene olaydan çok uzak düşülür.

Suyun çeşitli kalıplarda donarak, değişik sayısız buzdan heykeller meydana getirmesi; ve bu buzdan heykellere değişik isimler verilerek, sayısız değişik varlıklar varmış sanılması halini düşünün!.

Birinin adına insan demişsin, diğerinin adına cin, bir diğerinin adına melek, ya da dağ, deniz v.s. demişsin!.

Ne varki, buzdan birimlerin isimlerinin ardındaki varlık olan o buzdan heykelleri erittiğin zaman, buz, aslı olan suya döner!.

Şimdi, "abd", "Rabbın Abdı" olduğuna göre;

"Abd" ismiyle, "Kul" ismiyle işaret edilen varlık, belli ilâhi isimlerin mânâlarının, bir bileşim halinde biraraya gelerek bir anlam oluşturması olduğuna göre;

Ayrıca, o abdın, başka bir tanrıdan, başka bir ilâhtan, başka bir varlıktan almış olduğu bir aklı, bir şuuru, bir idrâkı ve bir iradesinden acaba söz edilebilir mi?

İşte geldik işin tabiri câiz ise püf noktasına...

Varlığın aslını hakikatını, özünü bilmeyenler; hakikata ermemiş olanlar; yani, herşeyi beş duyu sınırları içinde değerlendirme özelliği ile bezenmiş mübarek varlıklar; elbette kendilerinde belli bir bağımsız akıl, belli bir bağımsız irade, belli bir bağımsız kudret, belli bir bağımsız güç olduğunu düşünecekler; ve bu düşünceleriyle o güzel ve mükemmel hayatlarını yaşayıp, bu dünyadan geçip gidecekler!!!.

Şurası kesin ki, "ALLAH" dilediğini yapmadadır ve yaptığından sual sorulması söz konusu olmaz!.

Sual sorulmaz; çünkü, sual soracak ikinci bir varlık yoktur!

ara.jpg (366 bytes)

 

“RAB” AYRI “”ALLAH AYRI DEĞİLDİR!

Kişinin Rabbı, o kişinin kişiliğini meydana getiren ilâhî isimler terkibidir!.. Bu ilâhi isimlerin mânâlarının Allah’a ait olması hasebiyle de kişinin Rabbı Allah'tır!.. Yani, "Rab" ayrı, "Allah" ayrı gibi, iki ayrı şeyden kesinlikle söz etmiyoruz; böyle bir şeyi kesinlikle anlamayalım!..

Allah'ın isimlerinin mânâlarının müşahede edildiği mertebe rubûbiyet mertebesidir ve bu mânâların neticelerinin ef'âl âleminde ortaya çıkışını sağlamakta olan da Rabdır!..

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBÜLÂLEMÎN

(ÂLEMLERİN RABBI)

 "Rabbülâlemin"... Âlemlerin Rabbı, yani “Âlemler” kelimesiyle işaret edilen, sonsuz sınırsız varlıkların meydana getirildikleri Rububiyet mertebesidir.

ara.jpg (366 bytes)

 

ALLAH ,“ÂLEMLERİN RABBI”DIR!

(RABBÜL ÂLEMİN’DİR)

Ef'âl âlemi içinde mevcut bulunan varlıkların hepsinin, Rabbı Allah'tır!

Âlemlerin Rabbi, Allah ismiyle işaret edilendir!

Allah, Rabbül âlemindir! Bütün âlemleri meydana getiren, yöneten, bütün âleme tasarruf eden, bütün bu varlıkların varlığını meydana getiren "Rab"dır. Rubûbiyet mertebesidir!

Buradaki "Rab"lık kavramı. "Rab"lıkla kasıt nedir? "Rab"lığı meydana getiren, "Rab"lık mefhumunu meydana getiren şey, esmâ mertebesidir; yâni Rubûbiyet mertebesi dediğimiz mertebe, Esmâ mertebesidir

İlâhî isimler diye bilinen, Esmâ-ül Hüsnâ diye bilinen isimlerin müsemması, Rubûbiyet mertebesidir.

Bütün âlemler, ilâhî isimlerin mânâlarının âşikâre çıkışından başka bir şey değildir; ve âlemlerde, ilâhî isimlerin mânâlarından başka bir şey yoktur. Ancak bu âşikâre çıkış, bütün isimlerin mânâlarının bir terkib hükmüyle âşikâre çıkışıdır.

ara.jpg (366 bytes)

 

ALLAH, ÂLEMLER ÜZERİNDE

“RAB” OLARAK TASARRUF EDER!

"Fâtiha" Sûresi, "Allah" indindeki âlemlerden ve içindekilerin yerinden; "Allah"ın "RAB"olarak onlar üzerindeki tasarrufundan; ve dahi yarattıklarının genel ve özel rahmetle hidâyet üzere kulluklarını yerine getirişinden bahsederken...

ara.jpg (366 bytes)

"Rab arş'ın üzerindedir" ya da "Rahman arş'ın üstündedir" gibi tanımlamalar ile hep, melekût âleminin içine giren her şeyin ilâhî isimlerin tasarrufu ile mevcudiyet ve devamlarına işaret olunur!

“Rahman ve Rabb'ın "arş" üzerinde yer alması” demek, o varlığın zâtî vasıflarla ve esmâ-i ilâhî’nin mânâlarıyla kâim ve mevcut olması, tasarrufunun her an ilmi ilâhî doğrultusunda Rabb'ın elinde olması demektir!

ara.jpg (366 bytes)

 

HER İNSANIN RABBI,

“RABBÜL ÂLEMİN”DİR!

   Her insanın Rabbi, “Rabbül Âlemin”dir

   Benim rabbım, senin rabbın değildir!

Senin Rabbın da benim rabbım değildir !

Çünkü benim Rabbim benim esma terkibimdir; senin rabbin, senin esma terkibindir.

ara.jpg (366 bytes)

 

ARŞ ÜZERİNDE HÜKMÜNÜ YÜRÜTEN RAB!

Evvelâ, "Rabb'el arş'ıl âzîm" tanımlaması üzerinde duralım;

Arş üzerinde hükmünü yürüten Rab!

"Arş" dendiği zaman genelde göklerin ötesinde, gökleri ve dünyaları kapsamına alan bir kat düşünülür. Sanki ötelerde bir yerde bir yüce kat var, o bu dünyaları kuşatmış, Rab da onun üstüne oturmuş aşağıdakileri oradan gözlüyor ve yönetiyor!!!

"Kürsî" ismiyle işaret edilen yapı "galaksi"dir!

"Arş" ise melekût ile ceberût âlemi arasındaki muhayyel sınırdır!

“Ef'âl âlemi” diye bilinen fiiller âlemi yani kesret âlemi, tümüyle “melekût” diye bahsedilen âlemdir. Bunun bir üst ya da alt boyutu olarak tanımlayacağımız, esmâ âlemi yani Allah'ın isimleri boyutu ise sırf mânâdan ibarettir ki bunda kesret yani çokluk kavramı mevcut değildir.

Yalnız burada bir önemli husus daha vardır ki, onun da çok iyi anlaşılması gerekir.

Arş, mekânsal değil boyutsaldır!

Yani belirli bir mekânda ve mesafede değil; her birimin, birimiyetinden özüne doğru gidişte yer alan bir boyuttadır "ARŞ"! Yani boyutsal derinliktedir Arş, mekânsal değil!

“Rahman ve Rabb'ın "arş" üzerinde yeralması” demek, o varlığın zâtî vasıflarla ve esmâ-i ilâhî’nin mânâlarıyla kâim ve mevcut olması, tasarrufunun her an ilmi ilâhî doğrultusunda Rabb'ın elinde olması demektir!

ara.jpg (366 bytes)

 

“HAREKET HÂLİNDE OLAN HİÇ BİR ŞEY HARİÇ

OLMAMAK ÜZERE, TÜMÜNÜ ALNINDA ÇEKİP YÖNETEN O’DUR!”

Her "şey"in bu "terbiye" altında yaşamını sürdürmekte olduğu gerçeği, şu âyetle daha da açık bir şekilde vurgulanmaktadır:

 “HAREKET HÂLİNDE OLAN HİÇ BİR ŞEY HARİÇ OLMAMAK ÜZERE, TÜMÜNÜ ALNINDA ÇEKİP YÖNETEN O’DUR!” (11-56)

Öyle ise bizim algılamakta olduğumuz ya da algılayamadığımız her “şey”, her an, O’nun ilmi kapsamında ve iradesi altında, O’nun kudretiyle yaşamını sürdürüp, fiillerini ortaya koymaktadır!

ara.jpg (366 bytes)

Kul Rabbına tâbidir!

YÜRÜR HİÇBİR MAHLÛK HARİÇ OLMAMAK ÜZERE HEPSİNİ ALNINDA ÇEKİP GÖTÜREN O’DUR!” (11- 56)

Âyeti işte bu gerçeğe işaret eder. Yani; o varlığı bulunduğu hâliyle “-alnının arkasındaki beyninde-açığa çıkan, esmâ terkibinin oluşturduğu program onun Rabbıdır…Çünkü onun varlığı, kendisinin rabbı olan esmâ terkibinin tabii sonucudur... Yani, rubûbiyet mertebesinde, bu ilâhî isimlerin mânâlarının ortaya çıkması, o mahalde “Rabbın hükmünün yerine gelmesi”dir. 

ara.jpg (366 bytes)

 

BEDENE HÜKMEDEN, BEDENİ YÜRÜTEN, BEDENİ GÖTÜREN RAB,

İLÂHİ İSİMLER TERKİBİDİR!

Bedende hükmeden, bedeni yürüten, bedeni götüren Rab, bu ilâhi isim terkibidir.

Her birim için rabbına tâbi olmak, mutlaktır! Rabbına tabi olmayan, hiçbir zerre yoktur! Her zerre Rabbının hükmünü yerine getirir.

İnsanın Rabbî, kendi varlığını meydana getiren bu "Allah" isimlerinin işaret ettiği ilâhî güçtür!

Bütün isimlerin mânâları, kuvvede, sende mevcut! Ama senin terkibin bu isimlerin değişik kuvvetlerde, fiil mertebesinde, fiiller olarak ortaya çıkışına yol açıyor.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBIN KEMÂLİ

Rabbım, beni terbiye eden, yönlendiren, belli bir olgunluğa, kemâle sürükleyendir. Rabbımdan çıkan kemâldir!.. Ancak, Rabbımdan çıkan mutlak kemâl, Rabbimin kemâlidir!..

ara.jpg (366 bytes)

 

BENİM RABBIMIN KEMALİ DE, SENİN RABBININ KEMÂLİ DE,

HEP ALLAH’IN KEMÂLİDİR!

Benim Rabbımın kemâli ile senin Rabbının kemâli birbirlerinden farklıdır ve icâbında birbirine ters görünür!.. Fakat Rabbımın kemâli, Rabbının kemâli hep gene Allah'ın kemâlidir.

Şimdi, "Rabbım" kelimesiyle kastettiğim şey, "benim varlığımı meydana getiren, ilâhî isimlerin mânâlarının herhangi bir terkibidir".

"Ben" diyen bir kişi, bu "ben" kelimesiyle "kendi isimler terkibini" söyler. Bu terkîbi, mâhiyet itibariyle ilâhî isimlerin mânâlarından başka bir şey değildir. Bu ilâhî isimler de Allah'a ait olması hasebiyle senin varlığın Allah'a aittir!

Ancak burada isimlerin mânâları, bir mahalde değişik bir terkible, bir diğer mahalde de daha değişik bir terkible meydana gelmiştir.

Bu yüzden dolayıdır ki "A" kişisi Allah'tandır, "B" kişisinin de Rabbı Allah'tır! A kişisi de "kesinlikle Rabbım kemâl üzeredir" der! B kişisi de "muhakkak ki Rabbım kemâl üzeredir" der!

Fakat ikisinden çıkan davranışlar, birbirine zıttır! Bu zıddiyeti meydana getiren şey, birindeki ilâhî mânâların değişik bir terkible meydana çıkması, ötekinde ise daha değişik bir terkible meydana çıkmasıdır.

ara.jpg (366 bytes)

 

HZ. MUHAMMED’İN RABBI

(Soru: “Dua ve Zikir”deki duanızda, "Efendimiz Muhammed Mustafa aleyhisselâm Rabbi" olan Allah’ım diyorsunuz. Bu şekildeki ifadede bir incelik ve farklılık var mıdır?.. Bunu açabilir misiniz?)

Muhammed Aleyhisselâm’ın Rabbı” demek, “O'ndaki kemâlâtı izhar eden Rabbim” demek...

Aradaki fark, bizimle Muhammed aleyhisselâmın arasındaki fark kadardır.

ara.jpg (366 bytes)

 

KOLAYLAŞTIRICIN, “RABBİN”DİR.

SANA NE KOLAYLAŞTIRILMIŞSA

MUTLAK OLARAK YERİNE GETİRMEK ZORUNDASIN!

Kul Rabbına tâbidir!

YÜRÜR HİÇBİR MAHLÛK HARİÇ OLMAMAK ÜZERE HEPSİNİ ALNINDA ÇEKİP GÖTÜREN O’DUR!” (11- 56)

Âyeti işte bu gerçeğe işaret eder.Yani;o varlığı bulunduğu hâliyle “-alnının arkasındaki beyninde-açığa çıkan, esmâ terkibinin oluşturduğu program onun Rabbıdır…Çünkü onun varlığı, kendisinin rabbı olan esmâ terkibinin tabii sonucudur... Yani, rubûbiyet mertebesinde, bu ilâhî isimlerin mânâlarının ortaya çıkması, o mahalde “Rabbın hükmünün yerine gelmesi”dir.

Bedende hükmeden, bedeni yürüten, bedeni götüren Rab, bu ilâhi isim terkibidir.

Her birim için rabbına tâbi olmak, mutlaktır! Rabbına tabi olmayan, hiçbir zerre yoktur! Her zerre Rabbının hükmünü yerine getirir.

İnsanın Rabbî, kendi varlığını meydana getiren bu "Allah" isimlerinin işaret ettiği ilâhî güçtür!

Bütün isimlerin mânâları, kuvvede, sende mevcut! Ama senin terkibin bu isimlerin değişik kuvvetlerde, fiil mertebesinde, fiiller olarak ortaya çıkışına yol açıyor.

Senin “esmâ bileşimin”deki özellikler sana “kolaylaştırılmış” olanı belirler, tespit eder!

Senin “takdir edicin”, yani “RABB”in, senin o “esmâ terkibin-bileşimin”dir!

Bu yüzden de senin, o “esma terkibin-bileşimin”e isyan etmen, itaat etmemen kesinlikle mümkün değildir!

Mümkün değildir; çünkü ona itaat etmemek, isyan etmek gibi özellikleri meydana getirecek bir varlığın yok! Nerede kaldı, iraden!

Sendeki bütün vasıflar, özellikler, senin varlığını meydana getiren “isimler bileşiminin” mânâlarından başka bir şey değildir!

Dolayısıyla senin “kolaylaştırıcın”, yani sende çeşitli isimlere yönelik eğilimi meydana getiren ana faktör, senin varlığını meydana getiren o “ilâhi isimler terkibi-bileşimi” yani “fıtrat”ındır! Yani “RABBİN”dir!

Senin rabbine isyanın ise hiçbir şekilde mümkün değildir.

İşte bu sebepledir ki, sana ne kolaylaştırılmışsa, sana kolaylaştırılmış olanı mutlak olarak yerine getirmek zorundasın!

ara.jpg (366 bytes)

 

KİŞİ KENDİSİNDEKİ RABBANİ KAPASİTENİN

GENE RABBANİ GÜÇLE ORTAYA ÇIKARTILMASIYLA

EVRENSEL SİSTEMİ “OKU”YABİLİR!

Ve bu âlemde mevcut olan, ortaya çıkan bütün fiiller, onları meydana getiren ana kaynak olan "RABBIN", "RUBÛBİYET" kemâlâtının özelliklerinden başka bir şey değildir...

Öyle ise, Rabbin sayısız özelliklerinin ortaya çıktığı, sonsuz mânâları ve kemâlâtı sergileyen bu "EVRENSEL SİSTEMİ" “OKU”mak, ancak kişinin kendisindeki “Rabbânî kapasitenin”, gene “Rabbânî güç” tarafından ortaya çıkartılmasıyla mümkün olur demektir.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİNİ BİLEN, ALLAH’I BİLMİŞ OLMAZ!

İnsanın "rabbını" bilmesi; "insan" ismiyle kastedilen varlığın, "İlahi isimlerin bir terkibi" olduğunu bilmesidir!..

Her "insan", ismi altında, mutlak olarak hükmünü yerine getiren Hakk'tır!

Senin rabbın, sendeki mânâların terkibiyet hâlidir!..

Senin Rabbınla, Ahmed'in Rabbı hem ayrıdır, hem aynıdır!.. Terkibiyetleri yönüyle ayrıdır; terkiplerin mâhiyeti yönüyle aynıdır!..

Rabbını bilen, isimleri yönüyle, Allah'ı bilmiş olur. Yani, isimlerin mânâları yönüyle Allah'ı bilmiş olur!.. Yani isimler mertebesinde, Allah’ı bilmiş olur!.. Halbuki, "Allah" ismi ise, zât, sıfat, esmâ ve ef’al mertebelerinin tümünü içine alan bir isimdir. Oysa burada "Rabbı" bildiğin zaman, esmâ mertebesi itibariyle bilmiş oluyorsun! İsimleri bilmek hasebiyle, Allah'ı bilmiş oluyorsun… Her ne kadar isimlerin mânâları, o benliğe, o hüviyete ait ise de; o benliği ve hüviyeti, isimleri perdesi arkasından müşahede edebiliyorsun!..

Peki, isimler perdesi arkasından değil de, bizâtihi sıfat mertebesiyle bilmek nasıl olur?

Terkibiyetin; terkibiyetinden doğan huy ve karakterin ve tabiatın; tabiat kaydı altında bulunman sözkonusu olduğu sürece, sıfat mertebesindeki benliğini bilebilirsin fakat bu, bilgiden öteye geçmez!..

İşte bu sebepledir ki, "rabbını bilen" "Allah'ı bilmiş" olmaz!

Rabbını bilmesi, bir kişinin cehennemden kurtulmasına yol açmaz! Rabbını bilmesinin ötesinde; kendi rabbının hükmü altından çıkabilmesi zarureti sözkonusudur!..

Rabbının hükmü altından çıkabilmesi de, rabbını bilmesi, rabbının ötesinde Allah adıyla işaret edileni bilmesi; ve Allah'ın hükümleri gereğince, Rabbının kaydından kurtulması gerekir!..

Demek ki "Allah ahlâkıyla ahlâklanmak", zâtında ve benliğinde Allah'tan gayrının var olmadığını müşahede etmekle ve ef'âl mertebesinde bütün ilâhî isimlerin dengeli, ölçülü, kontrollü ve bürünme hükmüyle ortaya çıkışını seyretmekle mümkün olur.

Bütün bunlar ancak ve ancak, kendinde vehmettiğin, birimsel, izâfî şartlanmadan doğan "kişisel benlik" duygusunun ortadan kalkmasından sonra oluşan yaşam şekilleridir.

Varlıkta, Allah'tan gayrının mevcut olmadığına şâhîd olacaksın. Artık, vehmî, şartlanmadan ve beş duyunun aldatmacalarından ileri gelen varlıklar zannı senden kalkacak!..

Bütün varlığın, kül hâlinde, tek bir varlık olduğunu müşahede edeceksin. Hakk'tan söz edildiği zaman, "Hakk" isminin mânâsını Zâtında göreceksin, müşahede edeceksin; ondan sonradır ki, bu söylenilenler sende yaşanacak!.. Ondan evvelki biliş, sadece öğreniş, kabulleniş, iman, takliden tasdiktir!.. Yaşama olmaz!..

İşte bunu yaşayabilmek, bunu hissedebilmek, bunu fiiller düzeyinde müşahede edebilmek için, izafî varlığa ait izâfî (göresel) benliğin ortadan kalkması için, buna ait huyların ortadan kalkması lâzımdır, zaruridir!

İzâfî varlığın "yokluğu" konusundaki şüphe ve endişeler gittikten sonra; şuurunda, izafî varlık hükmünü doğuran huyların, davranışların, şartlanmaların, tabiatların da ortadan kalkması sözkonusudur.

Bunlar kalkmadan, TEK'liği yaşayabilmek gene mümkün olmaz. Evvelâ bunlar kalkacak, sonra gereken isimlerin mânâlarına bürünmüş olarak fiilleri ortaya koyacaksın.

Kaldırmaktan kasıt ne?..

Kaldırılacak, ortadan yok edilecek bir şey, gerçekte yoktur!..

Öyle ise kaldırmaktan murad, sende zuhur eden mânâları dengelemek; ağır basan mânâların kaydından çıkarak, hafif kalan mânâları ağırlaştırmak şeklinde değiştirme demektir. Böylece eski ağırlıklarla oluşan mânâ ya da fiiller sende ortadan kalkmış ve yerine başka mânâlar ve fiiller gelmiş olur!..

Meselâ cimrilik dediğimiz haslet, sendeki bir ismin mânâsının yeterli ağırlıkta zuhur etmemesine bağlı olarak ortaya çıkmış bir haslettir!.. Şayet, bu ismin mânâsı sende ağırlık kazanırsa, cimrilik özelliği sende hükmünü yitirir ve elaçıklığı ve hatta daha da ileri özellikler ortaya çıkar. Bu da zikir yoluyla beyin programında meydana gelecek değişiklik sonucu ortaya çıkar ancak.

ara.jpg (366 bytes)

 

KİŞİ RABBININ KULU OLDUĞU SÜRECE

 ALLAH’A VÂSIL OLAMAZ!

   Kişi, Allah'a vâsıl olamaz, nefsine taptığı sürece!

Kişi, Allah’a vâsıl olamaz, Rabbının kulu olduğu sürece!

“Falanca Rabbanîdir” derler! Falanca Rabbanî değil, her kişi zaten Rabbanîdir! Her varlık, her zerre Rabbanîdir!

Ancak Rabbanî olmaktan çıkıp da ilâhî olabilirsen, işte o zaman, Allah'a vâsıl olmuşlardan olabilirsin!

İşte o yüzden de Allah'a vâsıl olan bu kişiler, "ehlullah" diye isimlendirilir. Yani Allah ehli!

Genelde, zaten herkes “Rabbanî”dir! “Rab ehli”dir! Yani, terkibiyetinin gerektirdiği, verdiği mânâyı ortaya koymaktadır!

ara.jpg (366 bytes)

 

SENİN NEFSİNİN BENLİĞİ,

RABBİNİN  BENLİĞİDİR!

Gerçekte, senin nefsinin benliği, Rabbinin benliğidir!. Senin kendine has bir benliğin yoktur!. Kâinatta var olan tek mutlak benlik, "ALLAH"'ın benliğidir.

"Benlik ALLAH’a aittir. Senin ben demeğe hakkın yoktur" diyerek bunu basite indirgemişlerdir.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBININ HÜKMÜNDEN ÇIKAMADIĞIN SÜRECE

ALLAH’TAN MAHRUM KALIRSIN!

 Senin belli bir esmâ terkibi olarak belli fiilleri ortaya koyuşunun neticesinde, beşeriyet yönünden belli huy, tabiat, karakter diye adlandırdığımız yönlerin var.

Rabbının hükmü olan bu esmâ terkibi olarak yaşadığın sürece, sen zaten Rabbının zikrindesin ve hâkiki mânâda ibadetini yapmadasın; varoluşunun hakkı yerine gelmede! Ama bir ince nokta var…

Zâhir yönünden sen, bu terkip olarak yaşadığın sürece, bu terkibin ortaya koyduğu fiil; zâhir yönünden konuşuyorum; belli bir enerjinin "ruhâniyet" dediğimiz radyasyonun, ruhta oluşmasını sağlayamıyor!..  Sadece, normal hayvanın yaşadığı gibi yiyor, içiyor, görüyor, biliyor fakat ekstra bir enerji üretimine geçerek bu radyasyonla ruhâniyetini kuvvetlendiremiyorsun!.

Bu ruhâniyetin kuvvetlenememesi dolayısıyla da öldükten sonra cehennemden kendini kolaylıkla kurtarıp, sırattan kolayca geçip, cennete varılamıyor!. İşin zâhir yönünden sebebi bu.

Bâtın yönünden sebebi: Senin varlığının Hak olmasına ve sen Rabbının kulu olmana rağmen, Rabbının kayıtlarından Rabbani kayıtlardan kendini kurtarıp, Allah'ı tanıyamıyorsun ve Allah'tan mahrum kalıyorsun!

Allah ismi, 99 ismin, 99 isim diye târif edilen isimlerin ve daha nice sayısız isimlerin mânâlarının karşılığıdır. Halbuki sen, bu terkip olarak kaldığın sürece, her ne kadar bu isimler senden çıkıyorsa da, kendi tabiî hâliyle senden çıkıyor!.. Terkip oluş şekliyle senden çıkıyor!.. Tabiî hâliyle senden çıktığı için de, senin "senliğini" oluşturuyor ve "senliğinde" tahakküm ediyor!.. Hüküm altındasın!

Burada bu isimler bunu meydana getirdiği gibi, tabiî olarak daha sonra da yani biyolojik bedenin terkinden sonraki hayatta da, gene aynı tabiî akış içinde gidecek ve bu tabiî akışları meydana getirecek!.. Bu da cehennemin manevî azâb yönü!

Bunun dışında, Allah'ı tanımaktan mahrum kalmak en büyük azâb!..

Niye?..

Çünkü sen kayıtlı, sınırlı, ölçülü, tahditli bir biçimde yaşama durumundasın!..

Kendi Hakikatının genişliğinden mahrumsun! Rabbının hükmünden çıkamıyorsun!..

Rabbının hükmünden çıkamaman, Allah’ı tanımaman demektir!.. Halbuki, Allah'a vâsıl olmanın 3 şartı vardır.

1-Birinci aşama: "Men arefe sırrı” "Men ârefe Nefsehu fakad arefe Rabbehu".

Yâni, nefsine ârif olacaksın ki; Rabbına ârif olabilesin! Rab kelimesiyle kastedilen şeye ârif olman, nefsine ârif olmanla mümkündür! Bu birinci aşama!

2-İkinci aşama: "Mübdî mârifet sırrı” denilen Rabbının, yâni seni meydana getiren esmâ terkibinin sınırlarını genişleterek, kaldırarak; Allah'ı tanıyacaksın.

Allah'ı tanıman ancak senin terkibinde, cüzî miktarda olan isimlerin mânâlarını diğerleriyle eş ağırlığa eş düzeye getirmekle mümkündür. Ve bu isimlerin tabii olarak sende hükmetmesi değil; senin bu hakikati idrâk ederek, bu isimlerin mânâlarını dilediğin anda, dilediğin mahalde, dilediğin şekilde kendinden ortaya koymanla mümkün olur.

Yâni "Rabbanî sınırlardan", "İlâhî genişliğe" yayılabilmek, bu ilâhî isimlerin tümünü eşit ağırlıklı olarak yerine ve hâline göre ortaya koymak ile mümkündür.

Bu terkip dışı mânâları ortaya koyabilmek de ancak fiille mümkündür. Çünkü isim eşittir fiil dedik!

Rabbının sınırlarından Allah'ın genişliğine yayılmaya başladığın zaman ki; bu genişlemenin yayılmanın nasıl olacağını izah ettik; "Aynel yakîn" düzeyine gelirsin."

3-Üçüncü Aşama: Bu yayılmanın nihâyetinde, "Mûtu kablel ente mût" hükmü ile senin şuurunda terkib sınırların ortadan kalkıpta; sen, yerine-hâline ve şanına göre, dilediğin gibi bu isimlerin mânâlarına bürünebilip ortaya bu mânâları çıkarttığın zaman; "ölmeden evvel ölmüş" olursun!

"Ölmeden evvel ölmek" demek, senin şuurunda, terkibinin hükmünü ortadan kaldırarak, dilediğin isme dilediğin anda ve şanda bürünerek, o ismin mânâsı olan fiili ortaya koyman demektir.

ara.jpg (366 bytes)

 

Nefsin hakikati Rubûbiyettir!.. Nefis, rubûbiyet mayasından meydana gelmiştir. Nefsin rubûbiyet hakikatından meydana gelmiş olması demek, ilâhî isimlerin mânâsının oluşturduğu terkiple senin "nefsim" dediğin şeyin aynı olması demektir.

Esasen ben nefsimin istediklerini yapıyorum, demen senin, "benim terkibimin gereği olan fiilleri ortaya çıkartıyorum", demektir. Ben nefsimin istediklerine karşı çıkamıyorum, reddedemiyorum, mücadele edemiyorum demek, "ben terkibimin gerektirdiği gibi yaşıyorum" demektir ki, bunun tabii sonucu cehennemdir!..

Terkibinin kaydı altında olduğun için üzüleceksin, sıkılacaksın, karşılaştığın olaylar sana azap verecek! Başka türlü değişmesine imkân yok!..

Dışardaki, ikinci bir varlığın da seni affetmesi, bağışlaması diye bir şey söz konusu değil!.. Çünkü suç böyle bir varlığa karşı işlenen bir suç değil!..

Suç, senin kendi nefsine zulmetmen!.. Kendi nefsine zulmetmen de nefsinin hakikati olan rubûbiyet kemâlini, ulûhiyet kemâline tebdil etmemen!..

Nefse zulmetmenin mânâsı, nefsinin hakikatı olan Rubûbiyet kemâlini, Ulûhiyet kemâline genişletmemendir.

Bu noktaya işaret eden Hz. Rasûlullah, bunun için:

"Allah ahlâkıyla ahlâklanın"

demiştir.

Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmaktan mânâ; rubûbiyetin meydana getirdiği sendeki rubûbiyet sırlarından, rubûbiyet kemâlinden oluşan, "nefis" adını verdiğin nesnede, ilâhî hükümlerin mânâsını âşikâre çıkartman demektir!.. Değişik ilâhî isimlerin manâsını âşikâre çıkatrmak, "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmak" demektir.

Kişi, Allah'a vâsıl olamaz, nefsine taptığı sürece!.. Kişi, Allah’a vâsıl olamaz, Rabbının kulu olduğu sürece!.. Falanca Rabbanîdir derler!.. Falanca Rabbanî değil, her kişi zaten Rabbanîdir!.. Her varlık, her zerre Rabbanîdir!..

Ancak Rabbanî olmaktan çıkıp da ilahî olabilirsen, işte o zaman, Allah'a vâsıl olmuşlardan olabilirsin!.. İşte o yüzden de Allah'a vâsıl olan bu kişiler, "ehlullah" diye isimlendirilir. Yani Allah ehli!..

Genelde, zaten herkes Rabbanîdir! Rab, ehlidir!.. Yani, terkibiyetinin gerektirdiği, verdiği mânâyı ortaya koymaktadır!.. Rabbım, Allah'tır diyebildiğin anda, Allah'a vâsıl olmuşundur. Aksi takdirde rabbın, ilahî isimlerin meydana getirdiği terkibindir.

Rabbım Allah'tır, diyebilmek için kendi terkibin olan isimlerin kaydından çıkıp, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanman, gerekir. Ondan sonra senden çıkacak mânâlar senin Rabbının Allah olduğuna işaret eder!.. Aksi takdirde, Rabbım Allah'tır demen senin Allah'a vasıl olmanı sağlamaz!.. Ve sen, "Allah ahlâkıyla ahlâklanmadığın" sürece, ne kadar kendini vahdette, vahidiyette, hakikatta bilirsen bil, bu sadece aldanıştır!..

Gerçekte sen, zannında ilâhınlasındır; zannındaki TANRI da Allah değil, senin rabbının meydana getirdiği şeydir!..

İlâhî ve Rabbanî arasındaki fark budur.

Yalnız ilâhî deyince, orada sanmayalım ki isimlerin mânâları yok! Orada da isimlerin mânâları var, yani ilâhîde; ilâhî dediğimizde gene isimlerin mânâları ile zâhir olur. Zâhir olur ama, bu zâhir oluş, isimlerin mânâlarının oluşturduğu terkibin zaruri olarak ortaya çıkarttığı oluş değil, oradaki akl-ı küllün, ilâhî mânâlardan dilediğine bürünmesi suretiyle, dilediği mânâ ile âşikâre çıkması hükmündedir. Bu iki olay birbirinden çok çok farklı olan bir olaydır!

Rabbanî, olan, kendi varlığını meydana getiren isimlerin mânâlarının oluşturduğu bir terkip hükmü ile ve bu terkibin tabiî olarak kendisinden ortaya koyduğu davranışlarla zâhir olmaktadır!..

İlâhî, dediğimiz ise, kendi varlığını meydana getiren, kendi varlığının hakikati olan isimlerin mânâlarından, dilediği mânâya dilediği şekilde bürünüp, o mânâ ile âşikâr olandır!..

"Bürünme", hükmü olmadığı takdirde, o Rabbanî bir yaşamdır!

Bu rabbanî yaşam içinde, eğer, genel ilâhî emirlere ve yasaklara uyma halinde ise kişi bunun, neticesi cennettir!.. Cennet ehli olur, ancak, bu terkibiyet hükmünden kendini kurtarır, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanırsa bütün ilâhî isimlerin mânâsını kendisinde bulur, bunların hükmü kaydı, değil; bunlara bürünme suretiyle yaşarsa, işte o zaman Allah'a vâsıl olur ve bu vâsıl oluşunun sonunda da ilâhî olur. Suret olarak da adı "abd"dır. Abdullahdır!. Allah'ın kuludur! Diğerleri ise Abd-ür Rahîm'dir. Abd-ül Kerîm'dir, Abd-ül vahhab'dır, Abd-üs samed'dir. Sadece, ilâhî olan "Abdullah"tır!.

ara.jpg (366 bytes)

 

İlâhî oldun, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklandın... "Ben Rabbımın hükümlerinden çıktım, yani Rabbanî kayıtlardan çıktım. Allah'ın genişliğinde yayıldım. Bütün isimler müşahede edildi. Tesbit edildi. Bunun neticesinde artık dilediğim anda dilediğim fiili ortaya koyarım. Diler o fiili yaparım, diler bu fiili yaparım."!

Böyle bir şey sözkonusu mudur, değil midir?

İlâhî isimleri tümüyle kendinde bulduktan sonra, senden artık belli fiilleri yapma yolunda belli istek ve arzular sâdır olmaz!

Eskiden, senden o istek ve arzuların sâdır olmasının sebebi, sende bu mânâların terkib hükmüyle mevcut olması ve ağırlıklı olan isimlerin neticesinde de belli fiillerin tabii olarak oluşması idi!

Bütün bu isimlerin mânâları dengeli olarak sende bulununca, bu dengenin tabii sonucu olarak “beşerî istek ve arzular” dediğimiz, istek ve arzular senden meydana gelmez! Çünkü beşerî istek ve arzuların temelinde, terkibinin özellikleri yatar! Terkibinin özellikleri de ilâhî isimlerin bir kısmının ağırlıklı olarak sendeki mevcudiyetidir. Ama sen belli bir faaliyetle, belli bir çalışma ile belli bir irfanla, bu terkibiyetinin hükmünden çıkıp, bu ilâhî isimler sende dengeli olarak zâhir olmaya başlayınca, bu tür istek ve arzular senden meydana gelmez!

Bu defa sen, “ilahi hükümler” dediğimiz hükümlerin meydana gelmesi istikametinde davranışlar ortaya koyarsın! Fiîliyatta! Yani karşındakinin ebedî saâdete kavuşması yolunda fiilleri ortaya koyarsan...

ara.jpg (366 bytes)

 

 “KUL EUZÜ BİRABBİN NÂS,MELİKİN NAS;İLAHİN NÂS.”

Burada üç mertebeye işaret olunmaktadır;

Bi rabbin nâs”;”insanların rabbine” âyetinde,

 ef’âl mertebesine ve bu ef’âl mertebesinde rubùbiyet hükümlerinin yürümesine, dolayısıyla rubùbiyet hükümlerinin yürüdüğü mertebede, “rabba sığınma” hâlinden söz edilmektedir...

ara.jpg (366 bytes)

 

   Rasùlullah (Salla’llahu aleyhi ve sellem)in Allah’a şu şekildeki yönelişine kulak verelim:

-“Allahım...SEN’den SANA SIĞINIRIM...”

Ne demektir bu?

Rabbının sendeki hükmünden, Allah’a kaçmaktır!

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBIN KAZASI=HÜKMÜ ASLA DEĞİŞMEZ

VE KESİNLİKLE YERİNE GELİR!

-"Kada rabbüke ella ta'büdu illa iyyahu" .... (17-23)

-RABBIN HÜKMETTİ Kİ, kendinden gayrına kulluk edilmeye! (17-23)

Şimdi burada dikkat edelim...

-"RABBIN HÜKMETTİ Kİ"; denilmekte....

Peki, "RAB"bın "hükmü", yani, " kazası " değişebilir mi?

Hemen Hazreti Rasûlulllah aleyhisselâmın duasını hatırlayalım:

-Allahumme la mania lima a'teyte, ve la mutı lima mana'te, ve la radde lima kadayte!

-Allahım, verdiğine mâni olamaz; vermediğini verecek de yoktur; kazanı yani hükmünü reddedecek, yani değiştirecek bir güç de mevcut değildir... (hadis)

Yani, "RAB"bın "kazası"="hükmü" asla değişmez!. Ve kesinlikle yerine gelir!.

-Semâda ve yerde ne varsa hepsi O'nundur!. Her Şey hükmüne boyun eğmektedir!. (30-26)

Eğer, Allah, kendinden gayrıya kulluk edilmemesini hükmetmiş ise, -ki böyledir-, artık hiç bir birimin, O'ndan gayrına kulluk etmesi mümkün olmaz!.

Ki, geçmişte yaşamış değerli “öze ermişlerden” birisi bu konuda şunu söylemiştir:

-Allah, kendisinden gayrına kulluk edilmemesini kaza ettiği içindir ki, bütün varlıkları kendi esmasıyla yaratmıştır!. Ta ki, kim, neye kulluk ederse etsin, gerçekte, hep, daima, bütün kulluklar O'na yapıla!.

ara.jpg (366 bytes)      

Her birim için rabbına tâbi olmak, mutlaktır!.. Rabbına tâbi olmayan, hiçbir zerre yoktur!.. Her zerre Rabbının hükmünü yerine getirir.

Hud sûresinin 56. âyetinde de Hud Aleyhis-selâmın ağzından bu manâ şöyle ifade edilir!..

-YERYÜZÜNDE YÜRÜMEKTE OLAN HİÇBİR ŞEY YOKTUR Kİ RABBIM ONUN ALNINDA ÇEKİP GÖTÜRMESİN!"

Yani, rubûbiyet mertebesinde, bu ilâhî isimlerin mânâlarının ortaya çıkması, o mahalde Rabbın hükmünün yerine gelmesidir.

Bütün isimlerin mânâları, kuvvede, sende mevcut!.. Ama senin terkibin bu isimlerin değişik kuvvetlerde, fiil mertebesinde, fiiller olarak ortaya çıkışına yol açıyor.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBININ HÜKMÜNÜ YERİNE GETİREN

HER VARLIK CEHENNEM’E Mİ GİDECEK?

Peki herkes, her varlık böylece rabbının hükmünü yerine getiriyorsa, her varlık cehenneme mi gidecektir?

Veya Rabbın hükmünü yerine getirmek, niçin cehennemi meydana getirir?

Her varlık cehenneme gidecek mi?

İkincisi, cehenneme niçin gidecek?

Üçüncü bir şık, daha önemli bir soru, insan niçin cehenneme gidecek?

Her varlık, Rabbının hükmünü yerine getirdiği halde cehenneme gitmeyecek! Bunlardan sadece insan, cehenneme gidecek!

Her varlık cehenneme gitmeyecek, çünki her varlık rabbının hükmünü yerine getirme durumundadır; ancak bunun ötesinde, Allah'ı bilme özelliği onlarda yoktur! Yani, ilâhi isimlerin mânâlarının o mahaldeki oluşumu anında, Allah'ı bilme özelliği dediğimiz özellik, o mânâ terkiblerinin oluşumunda mevcut değildir! Bu mevcut olmayışı sebebiyle de, o Rabbının hükmünü yerine getirir ve böylece de kemâlini ortaya koymuş olur, geçer gider!

İnsan ise cehenneme uğrar!

Cehenneme uğramasının, cehennemde olmasının veya cehennemde sürekli kalacak olmasının sebebi nedir? Çünkü insan, her varlık gibi, Rabbının hükmüne uymak üzere meydana gelmiştir. Ancak, bu meydana gelişinde, diğer varlıklardan farklı olarak, kendisinde Allah'ı bilebilme özelliği de mevcuttur! Terkibi itibariyle!

"Her insan öldüğü zaman hakikatı görür"den murad, kendindeki ilâhi varlığı müşahede eder demektir! Kendindeki ilâhî varlığı müşahede etmesine rağmen, dünyadaki yaşantısında, o ilâhî varlığa ulaşamamış olduğu için; kendi Rabbı hükmü altında, kayıtlı kaldığı için, mânevî cehennem meydana gelir.

Cehennem zindandır! Sicciyndir.

“Mânevî cehennem”, kişinin kendini meydana getiren ilâhî isimlerin terkibi olarak kalması ve bu terkibin özünde bulunan kendini bilebilme hasletini ortaya koyamamasındandır! Azâbı, yanmasının sebebi de kendisinde mevcut olan bu haslettir. Terkibinin oluşturduğu huy tabiat ve şartlanmalardan kendini, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmak suretiyle kurtaramaması, neticede cehenneme gidişine yolaçar!

Kişi terkibiyetinin hükmünden çıkarsa, mânevî mânâda cehennem diye bir şey kalmaz.Dünyada iken cennete girmişlerden olur. Terkîbiyetinin hükmünden çıkması lâzım! Çünkü terkibiyeti onun Rabbıdır! Terkibiyetinden doğan huylarla, karakterle, tabiâtla varolduğu sürece, Rabbın hükmündedir! Rabbına tâbidir! “Benim huyum bu, benim yapım bu!” gibi görüşlerin ifadesi “benim rabbım böyle emrediyor ..” demektir.

Bu konuya tasavvufta şöyle değinirler;

Nefsin hakikatı Rubûbiyettir! Nefis, rubûbiyet mayasından meydana gelmiştir. Nefsin rubûbiyet hakikatından meydana gelmiş olması demek, ilâhî isimlerin mânâsının oluşturduğu terkible senin "nefsim" dediğin şeyin aynı olması demektir.

Esasen “ben nefsimin istediklerini yapıyorum” demen senin, "benim terkibimin gereği olan fiilleri ortaya çıkartıyorum", demektir. “Ben nefsimin istediklerine karşı çıkamıyorum, reddedemiyorum, mücadele edemiyorum” demek, "ben terkibimin gerektirdiği gibi yaşıyorum" demektir ki, bunun tabii sonucu cehennemdir!

Terkibinin kaydı altında olduğun için üzüleceksin, sıkılacaksın, karşılaştığın olaylar sana azâb verecek! Başka türlü değişmesine imkân yok!

Dışardaki, ikinci bir varlığın da seni affetmesi, bağışlaması diye bir şey sözkonusu değil! Çünkü suç böyle bir varlığa karşı işlenen bir suç değil!

Suç, senin kendi nefsine zulmetmen! Kendi nefsine zulmetmen de nefsinin hakikatı olan rubûbiyet kemâlini, ulûhiyet kemâline tebdil etmemen!

Nefse zulmetmenin mânâsı, nefsinin hakikatı olan Rubûbiyet kemâlini, Ulûhiyet kemâline genişletmemendir.

Bu noktaya işaret eden Hz. Rasûlullah, bunun için:

"Allah ahlâkıyla ahlâklanın" demiştir.

ara.jpg (366 bytes)

 

KİŞİ, İLÂHİ HÜKÜMLERLE HAREKET ETMEK SURETİYLE

KENDİNİ RABBANİ KAYITLARDAN KURTARABİLİR!

Bilgi yoluyla rabbını biliyor. Bilgi yoluyla rabbini bilmesi sebebiyle de tasavvuftaki, tarîkattaki "küfür hâli" dediğimiz hâl meydana geliyor! Fakat Rabbini bilmesine rağmen, rabbinin hükmüyle hareket etmesi, onu cehennemden kurtarmıyor; bu küfür haliyle giderse cehennemi kalkmıyor!

Çünkü, rabbini biliyor, ilâhî hükümleri kabullenmiyor! İlâhî hükümleri yerine getirmediği için de, kendi geleceğini elleriyle hazırlamış oluyor ve bu halden dolayı da neticede cehennemde duraklıyor!

Ama o, Rabbini bilmenin ötesinde Allah'ı da kabul ederse; Allah'ı tasdik etmenin neticesi olarak da kendindeki hükümlere rağmen, ilâhî hükümlerle hareket ederse ki; o ilâhî hükümlerle hareket etmek suretiyle, kendini ancak rabbani kayıtlardan kurtaracaktır. İşte ancak bu takdirde, neticede cennete gidebilir! Aksi takdirde, mutlaka ve mutlaka cehenneme uğrayacaktır! Başka türlü meselenin çözülmesine imkân yoktur.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBANÎ SEYR

   Rabbanî seyr, kendi esmâsı üzerinedir. Ef'âl ise esmânın tabiî neticesi olarak meydana gelir.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBIN TERBİYESİ

RABBIN HAKKANÎ VASIFLARLA ZUHÛRU

(RABBIN NAMAZI)

"RAB", her an, her "şey"i varediş gayesine uygun bir biçimde, hazırlayan, geliştiren, olgunlaştıran, varoluş gayesinin gereğini ortaya koyduran ve bunun için gerekli herşeyi sağlayan; kısacası, nesneyi mevcut hâliyle ortaya çıkartma özelliğine sahip olan, demektir...

"RAB"bın bu özellikleri ise " ALLAH’ın isimleri” diye bilinen "esmâ-ül hüsnâ"da özetlenmiştir... Yani, bir diğer deyişle, "ALLAH"ın "esmâ-ül hüsnâ" diye tanımlanan özellikleri, onun "RUBÛBİYET"ini oluşturur!.

Algıladığımız ve algılayamadığımız her "şey", "RAB"bın "esmâ-ül hüsnâ"da tanımlanan özellikleriyle yaratılmış ve varlıklarını devam ettirir bir halde bulunmaktadırlar, ki bu da onun "RAB" tarafından "terbiye" edilmesinden başka bir şey değildir..

ara.jpg (366 bytes)

"RAB" terbiye edici, mürebbi anlamındadır. Ancak, bir annenin çocuğunu, bir öğreticinin öğrenciyi terbiyesi gibi bir terbiye asla anlaşılmamalıdır; çünkü bu tür anlayış, tam bir bataklığa saplar insanı! Çünkü bu anlayış, neticede bir sen ve bir de seni terbiye eden, senden ayrı, yukarıda ikinci bir TANRI anlayışına sürükler seni!

Terbiye” bir şeyi kademe kademe, peyderpey kemâline eriştirmektir.

ara.jpg (366 bytes)

Rabbın namazı, Rabb-ül âlemiyn rubûbiyet hükümlerinin ef'âl âleminde yürürlükte olmasıdır.

Rabbın hükümlerinin, Rabbanî kudretiyle tahakkukundan "Rabbın namazı" diye sözedilmektedir.

Rabb, esmânın mânâları üzere mahlûkatı varedip yönlendirendir! Bu tasarruf, "terbiye" diye anılır.

Bu mertebe, boyutsal bir mertebedir ve "şuur sıçraması" diye adlandırdığımız bir tür mi'râc ile hâsıl olur. Şuurda oluşur!

"Şuur" kendisini "ceberût" boyutunda tanıdığı zaman, kendi vehmî benliği, birimsel benliği kalkmış olur; ve kendisinde Hakk'anî vasıflar ile Rabb zuhur eder. İşte bu namaz, bir mânâda "Rabbın namazı" denilerek, Rabbe izâfe edilir. Ki gerçekte Rabbin tasarrufu dışında kalan hiç bir şey yoktur.

Esasen, Rabbanî seyr, kendi esmâsı üzerinedir. Ef'âl ise esmânın tabiî neticesi olarak meydana gelir.

Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm, Allahû Teâlâ’nın ikrâmı olarak mi'râc ‘a çıktığı zaman, Ceberût âleminde, Rabb-ül âlemînin tüm mevcûdat üzerinde esmâ yollu mutlak tasarrufunu müşahede etti. "Kâ'be kavseyn" noktasında.

"Ev ednâ". Hattâ bunun da ötesinde, Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem ismi altında, "gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli ve yürüyen ayağı olarak";

"Şehâdet etti ki Allah, kendisinin dışında, ötesinde bir TANRI mevcut değildir"!

Ve sonra Rabbı ile mükâleme etti Rasûlullah Aleyhisselâm!

Ve sonra Rabbının emirlerini hâmil olarak tekrar insanların arasına döndü Muhammed Mustafa adıyla, RASÛLULLAH!

ara.jpg (366 bytes)

 

ŞUURDA RABBİNİ GÖRMEK

Namaza durduktan sonra Allah’ın huzuruna çıkacağız!?

Öldükten sonra; kâbir âleminden sonra mahşerde Rabbimizi göreceğiz!?

Dünyadan sonra âhireti göreceğiz!?

Nasıl bir kelime bu sonra ki, bizi alıp alıp bir yerlere götürüyor!?

Ve bizler, Sistem içinde pek çok önemli konuyu, “sonra” kavramı yüzünden, ötelerde hayâl balonu içinde aramaya başlıyoruz!

SONRA” kavramı yüzünden neler gelecek başımıza!?

Semâ” kelimesini Kurân‘da geçtiği yerlerde, nasıl yukarıda dünyanın üstündeki “Gök” diye anlayarak; melekleri de uzaya oturttuysak!!!

Nasıl ki “Allah” adıyla işaret edileni, gökte bir yerde yaşayan; oradan bizi seyredip zaman zamanda yanındaki melekler aracılığıyla yaşamımıza müdahale eden bir tanrı diye kabullendiysek!!!

SONRA” kelimesini de, “Sistem”i (Din’i) anlamada kullanırken; zamana dönük anlamıyla değerlendirerek anlıyoruz... Yedikten sonra su içmek, gibi...

Oysa, Dinsel kavramlar içinde “sonra” kelimesini üstten sonraki alt boyut olarak algılasak...

Beden boyutunu dünya (dış-üst boyut), âhiret boyutunu şuur (alt-iç boyut) olarak algılasak...?

Şuurda rabbini görmeyi, âhırette rabbini görmek olarak değerlendirip bunun anlamını farketsek....

Yaratılanın ortadan kalktıktan “sonra”, yalnızca yaratanın kalacağının; mânâsını anlasak... (“Her şey helâk olur vechi rabbin Baki’dir”in nerelerde, ne zaman, nelerden “sonra oluşacağının; ne demek olduğunu farkedebilsek...

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİN ZUHUR HÜKMÜ

“RUH”

«RUH» hakkında sual edenlere şöyle buyurulmuştur:

SÖYLE: RUH RABBİN HÜKMÜNDENDİR. SİZE İLMİNDEN AZ BİR ŞEY VERİLMİŞTİR.” (17-85)

Bir başka âyette de “RUH” ile ilgili olarak:

İÇİNE RUHUMDAN NEFHETTİM.” (38-72)

Buyurulmuştur.

Gene bir hadîste de, Efendimiz: «Ruhûllah» kelimesini kullanmıştır.

Şimdi burada ilk olarak izah etmemiz gereken konu şudur:

Görüldüğü gibi âyeti Kerîme, «Kul» yani «de ki» hitâbı ile başlamaktadır.

Bu hitap, Efendimizedir...

Yani, «şimdi sana bildireceklerimizi, sual soran Yahûdilere naklet» anlamına gelen bir hitap...

Efendimiz, hiç şüphesiz ki «RUH»un ne olduğunu biliyordu...

Fakat kendisine sual edenler,RUHun gerçeğinden bîhaber idiler. Ayrıca, gâlip ZANLARI da “RUH”un hakikatının kesinlikle bilinemeyeceği yolunda idi!.

İşte bu sebepten dolayıdır ki, Efendimiz onların sualini cevaplandırmaktan kaçındı ve Rabbin bu konudaki ilmine iltica etti.

Çünkü bilmiyor gözükse idi, alay ve inkar; gerçeği izah etseydi hadîsin tetkikinde görüleceği üzere, sual edenlerin bu mevzuda bilgileri olmadığı için, gerçeği idrak edemeyecek, kendilerine de bildirilmemiş bu bilgiyi inkâr edeceklerdi!

Bundan dolayıdır ki, Efendimiz, sual soranlara gerçeğini izahtan kaçındı “RUH”un; ve vahyi bekledi.

Görüldüğü gibi inzâl olan âyet de, O’nun en yerinde ve tam yapılması îcap eden işi yaptığını da ispatlamaktadır.

O zaman Rab, onların anlayışına, zanlarına göre tecelli etti ve.;

«RUH RABBİN HÜKMÜNDENDİR!.»

gibi, kısa ve özlü bir cevap verildi... Ve ilâve olundu:

«SİZE İLMİNDEN AZ BİR ŞEY VERİLMİŞTİR».

Yani, sizin, “RUH” hakkındaki gerçeği idrâka kapasiteniz yetmez, idrâk edemez, isyan edersiniz; bu sebep ile size onun hakkında az bir ilim verilmiştir.

Bu hususu, kısaca izah ettikten sonra deriz ki, “RUH” Rabbin zuhur hükmüdür!.

Bundan dolayıdır ki, hükmün, ne hastalığı, ne bozukluğu, ne sapıtması ne de tezkiyeye ihtiyacı gibi halleri kat’îyen olmaz.

Kezâ ne de azâbı veya huzuru olur “RUH”un!

“RUH”, Allah’ın HÜKMÜDÜR!

Tıpkı Cibrîl, yani emir âleminden bir şuûr gibi...

Bu çok iyi bilinir ki, meleklerin yani âlemi emrin, ne yemesi, ne gıdası; ne yorulması, ne uyuması; ne oturması, ne kalkması; ne terbiyesi, ne terbiyesizliği, kötülüğü; ne hastalığı ve ne de sağlığı olmaz!.

Öyle ise emir âleminde, dişilik erkeklik ve bu gibi sair hâller yokken, nasıl olur da gene Rabbin hükmünden olan “Ruh” hakkında bu gibi şeyler söylenebilir?..

Bilinsin ki, “RUH” orijinali itibariyle tektir ve Rabbin hükmüdür!

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİN ÖRTÜSÜ

RABBİN ÖRTÜSÜNE BÜRÜNENLER

Onlar “Ferdiyet” sahipleridir!.

Onların sadece Efendileri ve Rableri vardır. Aralarına kimse giremez. Birbirlerini tanırlar onlar, bazen buluşur konuşurlar... Ama bilirler ki hepsi de tek bir gerçektendirler.

«Müferridun sizi geçti» diyerek, Efendimiz’in ashâbına bahsettiği kişilerdir bunlar!

Ne, bir tarikatları vardır; ne de, bir mezhepleri!.

Gazalî’nin (selâm olsun) ölürken, Kur’ân’ı göğsüne koyup “Benim mezhebim budur” dediği gibi; onlar da, bunu farketmişlerdir... ve ehlini bu konuda uyarırlar!.

Yaratılmışlar, ölmüşlerdir onlar; ve bundan dolayıdır ki. artık bir daha düşünmezler ölümü, çünkü onlar bir daha ölümü tatmazlar.

“ONLAR, İLK ÖLÜMDEN BAŞKA ÖLÜM TATMAZLAR” (44-56)

Ölümü, çoktan tatmışlar, sıratı geçmişler, cennete, huzur âlemine, girmişlerdir.

Onlar, Rablerini seyirle meşguldürler... Her an O’nu temâşâ etmektedirler... O’nunla beraber!.

İşte bunlar, Rabbin örtüsü altındaki veli kulları, sıddîklar, müferridundur.

Başlangıçtaki zikir dilden, hep bir kelimeyi tekrar ile olur.

Daha sonra bu, içten ve dil hareket etmeksizin olur.

Bundan sonra kalbten zikir gelir... Bunu daha da açık izah etmek istersek, “tefekküri zikir” de diyebiliriz.. Gerçek anlamdaki zikrin, ilk basamağı budur. Bundan evvelkiler, bu basamağa gelmeye yarayan yol gibidir.

Burada birkaç hadîsi şerîfi daha belirtelim.

«Bir saat tefekkür, bir yıllık ibadetten hayırlıdır.»

«Bir saat tefekkür, yetmiş yıllık ibadetten hayırlıdır.»

«Bir saat tefekkür, bin yıllık ibadetten hayırlıdır.»

Böylece kişi, tefekküre başlar... Bu mertebede, dünyadan sıyrılmıştır artık...

Bundan sonra zikir sırdandır... Kişinin, âhıretle dahi alâkası kalmaz.

Kişi, sırdaki rûhâniyetle zikre başladıktan sonra, artık Rabbın örtüsüne bürünülmüş demektir. Buradaki tefekkür, “Bir saat tefekkür, bir yıllık ibadetten hayırlıdır” hadîsinde bildirilen tefekkürdür ancak.

Daha sonraki erişilen mertebelerde de diğer hadîslerin manâları ortaya çıkar.

Artık bu ve bundan sonraki hâlleri, gerçek yönü, örtü altındakilerden gayrine gizli olmaya başlamıştır.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİNİ NE ÖLÇÜDE TANIYABİLİRSİN?

Beynini değerlendirebildiğin ölçüde, "Ben"ini ve Rabbini tanıyabilirsin.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİ BİLMEK,

NEFSİ BİLMEĞE BAĞLIDIR

Yani, bu varlığa "Ben" kelimesi ile işaret ettiğin zaman, o "ben" aslında senin nefsin değil; "nefs"in hakikatı olan "Rab”bindir. O yüzden denmiştir ki:

"Nefsinin hakikatını bilen, Rabbini bilir."

Çünkü Rabbi bilmek, nefsi bilmeğe bağlıdır. Çünkü nefsin hakikatı Rubûbiyet mertebesinden gelir.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBANİ SINIRLARDAN İLÂHİ GENİŞLİĞE YAYILABİLMEK

Allah'ı tanıman ancak senin terkibinde, cüzî miktarda olan isimlerin mânâlarını diğerleriyle eş ağırlığa eş düzeye getirmekle mümkündür. Ve bu isimlerin tabii olarak sende hükmetmesi değil; senin bu hakikatı idrak ederek, bu isimlerin mânâlarını dilediğin anda, dilediğin mahalde, dilediğin şekilde kendinden ortaya koymanla mümkün olur.

Yani "Rabbanî sınırlardan", "İlâhî genişliğe" yayılabilmek, bu ilâhî isimlerin tümünü eşit ağırlıklı olarak yerine ve hâline göre ortaya koymak ile mümkündür.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBANİ SINIRLARDAN İLAHİ GENİŞLİĞE YAYILMAK

ANCAK İSİMLERİN TÜMÜNÜ EŞİT AĞIRLIKLI OLARAK

ORTAYA KOYABİLMENLE MÜMKÜN!

Senin belli bir esmâ terkibi olarak, belli fiilleri ortaya koyuşunun neticesinde, beşeriyet yönünden, belli huy, tabiat, karakter diye adlandırdığımız yönlerin var.

Rabbının hükmü olan bu esmâ terkibi olarak yaşadığın sürece, sen zaten Rabbının zikrindesin ve hâkiki mânâda ibâdetini yapmadasın; varoluşunun hakkı yerine gelmede! Ama bir ince nokta var!

Zâhir yönünden sen, bu terkip olarak yaşadığın sürece, bu terkibin ortaya koyduğu fiil; zâhir yönünden konuşuyorum; belli bir enerjinin "ruhâniyet" dediğimiz radyasyonun, ruhta oluşmasını sağlayamıyor!.. Sadece, normal hayvanın yaşadığı gibi yiyor, içiyor, görüyor, biliyor fakat ekstra bir enerji üretimine geçerek bu radyasyonla ruhâniyetini kuvvetlendiremiyorsun!.

Bu ruhâniyetin kuvvetlenememesi dolayısıyla da öldükten sonra cehennemden kendini kolaylıkla kurtarıp, sırattan kolayca geçip, cennete varılamıyor!. İşin zâhir yönünden sebebi bu.

Bâtın yönünden sebebi: Senin varlığının Hak olmasına ve sen rabbının kulu olmana rağmen, Rabbının kayıtlarından Rabbani kayıtlardan kendini kurtarıp, Allah'ı tanıyamıyorsun ve Allah'tan mahrum kalıyorsun!

Allah ismi, 99 ismin, 99 isim diye târif edilen isimlerin ve daha nice sayısız isimlerin mânâlarının karşılığıdır. Halbuki sen, bu terkip olarak kaldığın sürece, her ne kadar bu isimler senden çıkıyorsa da, kendi tabiî haliyle senden çıkıyor!.. Terkip oluş şekliyle senden çıkıyor!.. Tabiî haliyle, senden çıktığı için de, senin "senliğini" oluşturuyor ve "senliğinde" tahakküm ediyor!.. Hüküm altındasın!

Burada bu isimler bunu meydana getirdiği gibi, tabiî olarak daha sonra da yani biyolojik bedenin terkinden sonraki hayatta da, gene aynı tabiî akış içinde gidecek ve bu tabiî akışları meydana getirecek!.. Bu da cehennemin manevî azâb yönü!

Bunun dışında, Allah'ı tanımaktan mahrum kalmak en büyük azâb!.. Niye?.. Çünkü sen kayıtlı, sınırlı, ölçülü, tahditli bir biçimde yaşama durumundasın!..

Kendi Hakikatının genişliğinden mahrumsun! Rabbının hükmünden çıkamıyorsun!..

Rabbının hükmünden çıkamaman, Allah’ı tanımaman demektir!.. Halbuki, Allah'a vâsıl olmanın 3 şartı vardır.

Birincisi: "Men arefe" sırrı "Men ârefe Nefsehu fakad arefe Rabbehu". Yani, nefsine ârif olacaksın ki; Rabbına ârif olabilesin! Rab kelimesiyle kastedilen şeye ârif olman, nefsine ârif olmanla mümkündür!.. Bu birinci aşama!..

İkinci aşama: "Mübdî marifet" sırrı denilen Rabbının, yani seni meydana getiren esmâ terkibinin sınırlarını genişleterek, kaldırarak; Allah'ı tanıyacaksın.

Allah'ı tanıman ancak senin terkibinde, cüzî miktarda olan isimlerin mânâlarını diğerleriyle eş ağırlığa eş düzeye getirmekle mümkündür. Ve bu isimlerin tabii olarak sende hükmetmesi değil; senin bu hakikatı idrak ederek, bu isimlerin mânâlarını dilediğin anda, dilediğin mahalde, dilediğin şekilde kendinden ortaya koymanla mümkün olur.

Yani "Rabbanî sınırlardan", "İlâhî genişliğe" yayılabilmek, bu ilâhî isimlerin tümünü eşit ağırlıklı olarak yerine ve haline göre ortaya koymak ile mümkündür.

Bu terkip dışı mânâları ortaya koyabilmek de ancak fiille mümkündür. Çünkü isim eşittir fiil dedik!.. Fiil isimdir, isim fiildir! Dolayısıyla sen o fiili ortaya koymadıkça, o ismin mânâsını ortaya koymuş olmazsın. Fiili ortaya koymak, ismin mânâsını ortaya koymaktır.

İsmin mânâsını müşahede etmek, onu fiil düzeyinde görmektir. İkisi aynı şeydir. Sen terkibinin dışında olan fiilleri ortaya koyacaksın ve bu fiillerin neticesi olan mânâlar sende kuvveden fiile çıkmış olacak.

ara.jpg (366 bytes)

 

KİŞİNİN RABBİ İLE “BİR” OLMASI

"İttihad", genel anlamıyla, iki ayrı şeyin bir olması şeklinde kullanılır. Tasavvufta ise, kişinin rabbiyle "BİR" olması şeklinde anlaşılır.

Gerçekte ise, "ittihad" iki ayrı varlığın birleşmesi anlamına değil; ikilik anlayışının ortadan kalkarak "TEK"lik anlayışının yaşanmaya başlanmasıdır.

Çünkü tasavvuf çalışmaları sonucunda kişi bilir, görür, idrâk eder ve hisseder ki, evvelce sandığı gibi iki ayrı varlık yokmuş, var olan sadece "Allah" imiş!

İşte kişide kendi varlığının "yok"tan varolmuş bir "yok" olduğu idrâkıyla birlikte, sadece Allah'ın mevcudiyetini hissetme hali "ittihad" diye tanımlanır.

ara.jpg (366 bytes)

 

KİŞİ, NEFSİNE ÂRİF OLURSA,

KİŞİLİĞİNİN NE OLDUĞUNA,

BENLİĞİNİN NE OLDUĞUNA İRFAN SAHİBİ OLUR!

Bütün isimlerin mânâları, kuvvede, sende mevcut!.. Ama senin terkibin bu isimlerin değişik kuvvetlerde, fiil mertebesinde, fiiller olarak ortaya çıkışına yol açıyor.

Hadîs olduğu rivâyet edilen, bazılarınca da Hz. Ali'ye aittir denilen "men arefe nefsehu fakad arefe rabbehu" şeklinde Arapçası ifade edilen sözün, kısacası "men arefe" lâfzının sırrı nedir?..

İşte "men arefe" sırrı, bu anlattığımız sırdır! "Men" kim ki veya kişi, "arefe nefsehu", nefsine ârif olursa, yani "nefsinin ne olduğuna" irfanı olursa; ancak dikkat edin, başında kişi var, kim ki var. Kişi veya kim ki denmesinin sebebi şu; henüz burada kişilik kalkmış değil!..

Belli bir terkip var, bu terkible, terkibinin ne olduğuna vukûfu söz konusu. Kendi mevcut terkibi ile, kişiliğiyle, kişiliğinin ne olduğuna, "nefis" adıyla kastedilen bu benliğinin ne olduğuna irfan sahibi oluyor.

"Nefsi" dediği şey, ilâhî isimlerden başka bir şey değil; ilâhî isimlerin terkibi!.. İşte, "nefis" dediği bu benliğine ârif olduğu zaman, Rabbına ârif olmuş oluyor! Ki Rabbı da kendisinin kişiliği, diye isimlendirilen varlığını oluşturan ilâhî isimlerdir! Bu esmâ terkibidir ve bu da "Hakk"tan başka bir şey değildir!..

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBININ MEMNUNİYETİNİ İSTİYORSAN…

İnsanların memnun olmasını istiyorsan, onlara; Rabbının memnun olmasını istiyorsan, O'na ayna ol!.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBANİ KONUŞMA

"Hak" nedir?..

 İlâhî isimlerin bütünü olan mertebenin adıdır! Yani bütün isimlerin kül halinde bulunması hâsebiyle, yani esmâ mertebesi itibariyle Allah'a "Hakk" ismiyle de hitap edilir. Zâten bizim genel olarak din hakkındaki bütün konuşmalarımız ya ef'âl mertebesindendir, Rabbani bir konuşmadır; veyahut esmâ mertebesinden olur, "Hakk"kânî bir konuşma olur!.. Bunun ötesindeki konuşmalarımız zaten çok çok enderdir!

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİN SESLENİŞİ

Gönlünüzde yer eden sözler, biliniz ki, Rabbin seslenişidir.

Rabbin seslenişi, ancak, o seslenişe liyâkat kazanmışlarca değerlendirilebilir.

Rabbin seslenişi, herkese, idrâkıncadır!.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİN SESLENİŞİ İZ BIRAKMIYORSA…

Rabbin seslenişi, gönlünüzde iz bırakmıyorsa, samimiyet ve inancınızdan şüphe ediniz.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBANİ SEYR

Esasen, Rabbanî seyr, kendi esmâsı üzerinedir. Ef'al ise esmânın tabiî neticesi olarak meydana gelir.

ara.jpg (366 bytes)

 

RABBİNİZİN

 (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin)

NİMETLERİNİN HANGİ BİRİNİ SAYARSINIZ YALAN?

(Soru: Rahman Sûresi'nde "Rabb'inizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" ifâdesinin birçok kez tekrarlanmasını nasıl anlamalıyız?)

Rabbinin zâhir ve bâtın nimetleriyle varken, hâlâ bunu nasıl fark edemiyorsun anlamında uyarı; üstünde ciddi olarak durulması için de tekrarlanıyor...

ara.jpg (366 bytes)

Rahman Suresi

Rahman (El Esmâ ül Hüsnâ ile işaret edilen tüm özelliklerin sahibi),

Talim etti Kurân'ı (Esmâ mertebesindeki özellikleri oluşturdu).

Halketti İNSAN'ı,

Öğretti ona beyanı (Esmâ özelliklerini insanda açığa çıkardı); (Hz. Âli'nin deyişiyle "'İnsan', konuşan Kur'ân" oldu.)

Güneş (kavrayış) ve Ay (duygu-hissediş) (Bi-) hesap iledir (mertebelerledir).

Necm (yıldız-fikirler) ve ağaç (beden) secdededirler (Esmâ indînde "yokluk" hâlindedirler).

Semâyı (bilinci; Levvâme mertebesinden Mardiye mertebesine kadar) yükseltmiş ve mîzanı (vahdet-kesret değerlerini dengeli yaşama özelliğini) yerleştirmiştir.

Ki o mîzanda haksızlık etmeyesiniz (dengede biri ağır basarak diğerinden mahrum kalmayasınız).

Değerlendirmeyi (Ulûhiyet hükümlerine göre) adaletle yaşayın ve mîzanı dengelemede yanlış yaparak hüsranı yaşamayın!

Arz (Beden) ki, mahlûkatı (mikro evreni) onda oluşturdu!

Bir meyve (insan) var onda (arzda); tomurcuklu (açılıma hazır) hurma ağacı (beyin)!

Filizlenmiş tohumlar (uç vermiş hakikat fikirleri) ve hoş kokulu bitkiler (insanî hakikatin getirisi davranışlar) var.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Yarattı insanı (bedenini) pişmiş kuru balçıktan (elementler).

Cann'ı (cin sınıfını-görünmez varlıkları) da dumansız ateşten (radyasyon-ışınsal enerji) yarattı.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İki doğuş yerinin (dünya ve ölüm ötesi yaşam boyutu) Rabbidir ve iki batış yerinin (dünya ve kabir âlemi) Rabbidir.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Salmıştır (melekiyet ve hayvaniyet; şuur ve bilinç) iki denizi; kavuşup kucaklaşıyorlar.

Aralarında bir berzah var, birbirinin sınırını aşamıyorlar (ikisi de kendi boyutunda gereğini yaşıyor).

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Çıkıyor onlardan inci ve mercan (çeşitli özellikler).

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

O'nundur, denizde (Hakikat ilminde) inşa olunmuş, dağlar gibi (oluşturulmuş benliklerle yaşamda) akıp giden gemiler (bedenler)!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Arzda (bedensel yaşamda) kim varsa hepsi fânidir (her bedendeki nefs-bilinç ölümü tadar).

Zül Celâl-i vel ikrâm Rabbinin vechidir (Esmâ mânâları) Bâkî olan!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Semâlarda ve arzda ne varsa O'ndan talep eder; "HÛ" her "AN" yeni iştedir!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Yarın sizinle kalacağız (hesap için) ey suç yüklü ins ve cin topluluğu!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Ey cin ve ins topluluğu! Semâlar ve arzın aktarından (bedenlerinizin çekim gücünden) çıkıp gitmeye gücünüz yeterse, hadi çıkın gidin (bedensiz yaşayın)! Kudretiniz olmadıkça (kudret sıfatı sizde açığa çıkmadıkça) geçip gidemezsiniz!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İkinizin de üzerine Nâr'dan alev ve duman (bilinç bulanıklığı) irsâl edilir de başarılı olamazsınız!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

 (Ölüm esnasında) semâ (benlik bilinci) parçalanarak yanık yağ rengi alıp, gül misali (hakikat müşahede edildiğinde)!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İşte o süreçte ne ins ne de cin türü suçundan sorulmaz (doğal olarak yaptıklarının sonuçlarını yaşamaya başlarlar)!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Suçlular sîmalarından (huylarının oluşturduğu görünümden) tanınırlar da; alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İşte bu, suçluların kendisini yalanladığı cehennemdir!

Onunla (cehennemî kayıtlarla) kaynar su (şartlanmalarının getirdiği yakıcı değer yargıları) arasında dönüp dururlar.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Rabbinin makamından korkan kimse için iki cennet (fiil ve hissediş-mânâ cennetleri) vardır.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

 (İki cennet de) çeşitli dallara (yaşam özelliklerine) sahiptir.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İkisinde de iki kaynak akıp gider!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

 (O cennetlerin) ikisinde de her meyveden (marifetten) iki tür (zâhirî ve bâtınî olarak) vardır!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Astarları atlastan döşeklere yaslanırlar... İki cennetin meyvelerinin toplanması çok kolaylıkladır!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Onlarda eşlerinden başkasını görmeyenler (yapılar) vardır ki, daha önce kendilerini ne ins ne de cann (cin türü) dokunup (beşerî-şeytanî fikir ve duygularla) kirletmiştir!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Onlar sanki yakut ve mercandırlar.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İhsanın (Hakk'ı görürcesine kulluğun) cezası sadece ihsan değil midir?

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İki cennet dûnunda iki cennet daha vardır.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Yemyeşildirler!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak (Rabbanî tecelliler)!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

İkisinde de meyve, hurma (Hakkanî vasıfların açığa çıktığı şuuru temsilen) ve nar (tek bilincin tasarruf ettiği çok beden yaşamını temsilen)!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

 (O cennetlerin) içlerinde en muhteşem, en güzeller.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Yalnız eşlerine hasredilmiş huriler (Hakkanî vasıfları açığa çıkaran bilinçlerin tüm istek ve arzularını yerine getirecek kapasite ve olanaklarla oluşturulmuş eşler-bedenler. Bakınız Rad: 35, Muhammed: 15)!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Daha önce onlara ne ins ne de cann (cin) dokunup (beşerî-şeytanî fikir ve duygularla) kirletmiştir!

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Yeşil refrefe ve harikulâde güzel işlemeli parlak döşeklere yaslanırlar.

Hakikat böyle iken, Rabbinizin (varlığınızı oluşturan Esmâ özelliklerinin-şuur ve bedeninizin) nimetlerinin hangi birini sayarsınız yalan?

Zül Celâl-i vel İkrâm Rabbinin ismi ne mübarek-ne yücedir!

 

 

KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ

2012 ® RADYO YANSIMALAR web sitesi. 24 saat yayın

www.allahvesistemi.orgg