RIZA
-
Ötendeki değil, karşındaki Hakk'ın fiilinden razı olma...
-
Allah’a mutlak teslim olup, hükmünden ve tâkdirinden razı
olmak...
-
Kendi “varsaydığın” benliğinden sıyrılıp, O’nda erime...
-
Takdire rıza...
-
“Sabır”a yer olmayan razı oluş...
-
İsyanın olmaması; yerinde görme...
-
Gelenlere razı olma...
-
Kınama, ayıplama, ters görme, yanlış görme gibi hallerin
kalkması...
-
Olana isyan etmeyip, yersiz görmemek...
-
Mutmainne bilinçte oluşan
hâl...
|
ÖTENDEKİNDEN DEĞİL,
KARŞINDAKİ HAKK’IN FİİLİNDEN RAZI
OLMAK! |
Ötendeki
değil, karşındaki HAKK'ın fiilinden razı olmak, şirkten arınmaktır!.
Ya "Allah kulu" olunduğunu fark edersin;
ya da "tanrının kulu" olarak, geçer gidersin!

HERKES,
PAYINA DÜŞENE RAZI OLMAK ZORUNDADIR |
Bir velinin beyninden çıkan güçlü dalgaların diğer
beyni kendi frekansına
"Allah
adaleti"nde
herkes, payına ne düşerse ona razı olmak zorundadır!.

Tüm
cehenneminin ateşini söndürecek olan tek şey, takdire rızadır!.

Selâmet,
Allah’a mutlak teslim olup, hükmünden ve tâkdirinden razı olmaktır.

AKILLI
OLMUŞ BİTMİŞE RAZI OLUR |
Akıllı
olmuş-bitmişe razı olur... Ahmak, balığı kavakta yaşatma mücadelesi verir,
başaramadıkça da kendine kahreder!

RIZA,
İSYANIN OLMAMASIDIR; YERİNDE GÖRMEKTİR |
(Soru: Olayların hakikatini bilen
kişi itiraz etmez, karşı olmaz, rıza gösterir... ne olursa olsun rabbinden
razıdır.. Fakat bu şuur hâli ilkel zihinler tarafından sömürülmeye çok açık
değil mi?... Müslümanların bu kaderiyeci ve rıza halleri değil midir onları
güdülen ve ezilen haline getiren? Şu geri kalmışlığın ardında gerçekte ne var?
buna da mı rıza göstermeliyiz?)
Rıza ayrı şeydir, müdahale veya
reaksiyon ayrı...
Rıza, isyanın olmamasıdır;
yerinde görmektir. Reaksiyon ise hakkını vermektir, yaşanılan boyuta göre.
Rıza ise hakikati itibariyledir
olayın.

“BİZİM
UĞRUMUZDA MÜCAHEDE EDENİ BİZ DE GERÇEĞE ERDİRİRİZ.” (29-69)
Böylece
yönelişin sonunda hidâyet verilmiş, yani anlayış kapıların açılmış, gerçek
yolu bulmuş olursun.
“ALLAH KİME
HİDÂYET VERİRSE, O, GERÇEK YOLU BULMUŞ OLUR.”
(7-178)
Bunları idrak
ettikten sonra, “gizli şirkin” kabacalarından kaçınmak gerek!...
Sakın, “süt
içtim de midem ağrıdı”, diyen mübâreğin hâline düşme.
Sebebi, müsebbib
görüp, ondan bilme!.. Sonra böyle düşünür de, “sebebi” tanrı edinmiş
oluverirsin farkında olmadan!.
“ALLAH
YANISIRA TANRI EDİNME.” (28-88)
Bil ki, Allah, “şirk
koşanları” sevmez ve tövbe etmedikçe affetmez.
“ŞÜPHESİZ Kİ
ŞİRK ÇOK BÜYÜK BİR ZULÜMDÜR.”
(31-13)
İşte
bundan sonra nihayet öyle bir mertebeye erersin ki, ne nefsin kalmıştır ortada
düşünebileceğin, ne de ehl-i ıyâlin. Sadece Yaradan kalır!. Ve onun dilediği!...
Bu mertebeye
erdiğinde öyle bir hâl alırsın ki, bütün mevcûdat yok olur, sadece Allah
kalır gözünde... Gerçeği müşahedeye başlarsın!.. Allah kalmıştır, basiretinde
yalnızca!..
Görür gözün,
işitir kulağın, tutar elin, yürür ayağın, söyleyen dilin hep “O” olur.
Çünkü sen, kendi
“varsaydığın” benliğinden sıyrılmış, O’nda erimişsindir!. Çoktan razı
olmuşsundur.
Burada dikkat et!.
bu razı oluş, cebren boyun eğiş manâsında değildir. Yani, burada “sabır”a yer
yoktur!.. Çünkü sabır, insanın hoşlanmadığı bir hal veya durumun zuhurunda,
mecburen ona boyun eğerek, kabullenmesi, demektir.
Sabır daha evvelki
derecelerde vardı... Halbuki, artık burada hoşlanılmayan bir hadise bahis mevzûu
olamaz!.. Mâdem ki Rab dilemiş ve o olayı yaratmıştır, hepsi hoştur, hepsi
güzeldir.!
Zaten bir eser,
sahibine diyebilir mi ki, niye beni böyle yaptın.
İşte bundan
dolayıdır, artık sabırla bile alâkan kalmamıştır!..
Bu mertebeye
erince, artık kimseyi kınamazsın!. Kimseye, şunu niye böyle yaptın veya böyle
yapsaydın ya, da demezsin!.
Tıpkı, Efendimiz
gibi....
Efendimiz, on sene
kendisine hizmet eden Hz. Enes’e; Bir defa olsun, “of”; veya
“bunu niçin böyle yaptın”; ve yahut ta “şunu şöyle yapsaydın ya”
dememiştir.
Çünkü O, kaderin
ne olduğunu bilirdi!.. Ve sen de, burada biraz “kader” sırrına vakıf olmaya
başlarsın.

-Kişi,
arzularını terk ettiği zaman ‘’Hükmün âlemi’’ne;
gelenlere razı
olduğu zaman da ‘’rızaya ermiş kul’’ mertebesine yükselir!.

"RIZA" HÂLİ,
MUTMAİNNE’NİN KEMÂLİNDE OLUŞUR |
Mutmainne`de, kişide Allah`ın Tek`liği
konusunda tam bir itminan hâsıl olur.
Nerede, ne fiil
görürse görsün, "bu fiilin fâili
hakîkisi Allah`tır" der ve nerede, kimde ne hâl görürse görsün, "Hak böyle yapmayı diliyor, böyle yapıyor"
der...
Kınama,
ayıplama, ters görme, yanlış görme gibi haller, Mutmainnede`ki Veli`de kalkmıştır... "
Bu, Mutmainne`de oturma hâli, yerleşme hâli
neticesinde kişide "tecelli-i esmâ"
meydana gelir ve "Rıza hâli"
oluşur...
Ahmed Hulûsi
