KAVRAMLARLA KURÂN-I KERİM'E BAKIŞ

Ahmed Hulûsi'de Kavramlar

 

 

SECDE

(TEKÂMÜLÜN  SONU)

·  Fena

·  "Fenâfillah"

·  "Yok"luğunun farkındalığı

·  Varlığın yalnızca Esmâ özelliklerinden ibaret olarak kendilerine özgü bağımsız vücutları olmadığının müşahedesiyle "yok"luklarını hissetmek

·  Kulun Allah'a en yakın olduğu hâl

·  Allah ile kulu arasında perdenin kalktığı an

·  Varlığının yokluğunu, yalnızca Allah Esmâ'sının var olduğunu itiraf etmek

·  Allah indînde varlığının yoktan var olmuş yokluğunu hissetme…

·  Kişinin varlığının Allah önünde yok olması…

·  Mutlak varlık yanısıra, ne senin ne de bir başka varlığın, vücudunun "var" olmadığını idrâk etmek, müşahede etmek...

·  Kişinin, kendi varlığının, benliğinin var olmayıp; gerçekte var olan Tek varlığın Allah olduğunu idrak etmesi, hissetmesi hali`...

·  "Ben yokum, sadece ALLAH var!" bilinci…

·  "Var olan yegâne varlık Vahidül Ahad olan Allah" diyebilmek…

·  "Sadece bedenimle değil, şuurum, ruhum ve varlığımla sana secde ediyorum" şuuru...

·  Kişinin kendi izâfi varlığının yokluğunu, yalnızca Allah esmâsının var olduğunu itiraf edip benlik hissinden dolayı mağfiret dilemesi…

·  Esmâ âlemi indînde kişinin yokluğunu yaşaması hâli…

·  "Var olan yegâne varlık, Vâhidül Ahad olan Allah"tır!. "O"nun dışında "biz" yokuz... diye düşünebilmek...

·  “Varlığımda var olan mutlak gerçek varlık Sensin” idrakı içinde, kendi varlığının yok olduğu idrâkı…

·  Hakikatin açığa çıkıp Allah'tan ayrı vücud verdikleri benliklerinin yokluğunu itiraf...

·  Mutlak kulluğunu itiraf…

 

 

 

ALLAH İÇİN SECDE ETMEK

  • Esma boyutunun ilhamı olan sezgilere kulak vermek(Çünkü daima işin doğrusunun ne olduğunu size söyleyecek bir ses vardır içinizde, bir şey yapmadan önce)

Gece (Bâtın-içsellik) ve gündüz (zahir-dışsallık), Güneş (akıl) ve Ay (duygusallık) O'nun işaretlerindendir! Güneş'e de Ay'a da secde etmeyin (tapınmayın); onları yaratmış olan Allah için secde edin (Esma boyutunun ilhamı olan sezgilerinize kulak verin. Çünkü daima işin doğrusunun ne olduğunu size söyleyecek bir ses vardır içinizde, bir şey yapmadan önce); şayet O'na kulluğunuzun bilincine ermişseniz! (37. âyet secde âyetidir.)

Eğer benlik-kibir taslamakta devam ederlerse, (bilsinler ki) Rabbinin indînde (nefslerinin hakikatinin bilincinde) olanlar hiç usanmaksızın gece, gündüz O'nu tespih ederler (Rablerine kulluk işlevinin farkındalığıyla yaşayarak)!

O'nun işaretlerindendir ki sen arzı (bedeni) huşû hâlinde görürsün... Onun üzerine o suyu (hakikat ilmini) inzâl ettiğimizde, hareketlenir ve uyanıverir! Muhakkak ki onu (bilgisizlikle yaşayan ölüyü) dirilten, (diğer) ölüleri de Muhyî'dir (dirilticidir)! Muhakkak ki O, her şey üzerine Kâdîr'dir.

İşaretlerimizi amacından saptıranlar, bize gizli kalmazlar... Şimdi Nâr'a atılan kimse mi hayırlıdır yoksa kıyamet sürecine güvende olarak gelen kimse mi? Dilediğinizi yapın! Muhakkak ki O, yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir.

Gerçekten, kendilerine gelen, hakikatlerini hatırlatıcıyı inkâr edenlerdir! Muhakkak ki O (hakikatlerini hatırlatıcı-zikir), Azîz bir BİLGİdir!

Önünden de (açıkça), ardından (dolaylı) da olsa boş görüş O'na ulaşmaz! Hakîm ve Hamîd'den tenzîldir (boyutsal açığa çıkarma)!(Fussilet/37-42)

 

 

ALLAH’A SECDE MAHALLERİNİ İMAR EDENLER

(Allah'a secde edilir hâle getirenler)

  • Esmâ'sıyla hakikati olan Allah'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eden, salâtı ikame eden, zekâtı veren ve sadece Allah'tan haşyet duyanlar...

  • "Hakikat"e erenlerden oldukları umulanlar...

Yoksa siz, Allah sizden mücahede edenleri, Allah'tan ve Rasûlünden ve iman edenlerden başkasını velî (sırdaş, dost) edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yapmakta olduğunuz şeylere Habîr'dir (nefsinizdeki Habîr ismi mânâsı ile).

Nefslerindeki inkârın bizzat şahidi olan müşriklerin, Allah'a secde mahallerini imar etmeleri mümkün değildir... Onların tüm yaptıkları boşa gitmiştir... Onlar Nâr'da (yakan ateşte-radyasyon) sonsuza dek kalırlar!

Allah'a secde mahallerini ancak Esmâ'sıyla hakikati olan Allah'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eden, salâtı ikame eden, zekâtı veren ve sadece Allah'tan haşyet duyan kimse imar eder (Allah'a secde edilir hâle getirir)... İşte bunların hakikate erenlerden oldukları umulur.

 (Ey müşrikler) siz, hacıların su ihtiyacını karşılamayı ve Mescid-i Haram'ı imar etmeyi, Esmâ'sıyla hakikati olan Allah'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eden ve Allah uğruna mücahede eden gibi mi kabul ettiniz? (Bunlar) Allah indînde eşit olmazlar! Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet etmez.

İman eden, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla mücahede edenler, derece itibarıyla Allah indînde daha azîmdir... İşte bunlardır kurtuluşa erenlerin ta kendileri!

Rableri onları "HÛ"dan (zâtlarından) bir rahmet, rıdvan ve içlerinde kendileri için kalıcı nimetler olan cennetler (mertebeler) ile müjdeler.

Onlar orada sonsuza dek kalırlar... Allah ki çok büyük mükâfat O'nun indîndedir!(Tevbe/16-22)

 

“SECDE ÂNI”NDA

ALLAH İLE KULU ARASINDA PERDE KALKAR!

"Secde hâli kulun ALLAH`a en yakın olduğu hâldir"

buyuruluyor...

"Secde" nedir ki "ALLAH"a en yakın hâl oluyor?

 -"Secde"de kul ile Allah arasında perde yoktur!.

 Deniyor…

Nerede deniyor?

"Secde" de!.

Kimde? Secde edende!.

Kıyamet günü, mahşer yerinde "Allah'a secde edin", denecek...

Bir kısmı secde edecek, birçokları da secde etmek isteyecek fakat başaramayıp tahta gibi öne, ya da yana devrilecek!. Beli dümdüz olup adeta betonlaşacak!. Bir türlü secdeye gidemeyecek!.

Dünyada, istemedikleri için secde etmeyenler var...

Secde etmek istedikleri halde, secde edemeyenler var!.

Bir de şu anda namaz kılan, ama secde etmeyenler(!) var!.

"Secde" etmek ne demektir?

 "Allah"a secde etmek, O mutlak varlık yanısıra, ne senin ne de bir başka varlığın, vücudunun "var" olmadığını idrâk etmek, müşahede etmektir!.

"Ben yokum, sadece ALLAH var!"

demektir. Veya bir diğer anlamıyla,

"var olan yegâne varlık Vahidül Ahad olan Allah",

demektir, "secde"nin manâsı...

"Sadece bedenimle değil, şuurum, ruhum ve varlığımla sana secde ediyorum" demek için secdeye erdiğin anda, secde hâlindeyken, "var olan yegâne varlık, Vâhidül Ahad olan Allah"tır!. "O"nun dışında "biz" yokuz... diye düşünebilmek lazım.

"Biz" derken burada neye atıf yaptık?

"İyyake na'budu" ye!.

Bu "secde"yi yapabildiysen, ondan sonra kalkar oturursun, oturduğun zaman Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm gibi:

"Va'fuanna, vağfirlena, verhamna"

dersin; ve ayrıca istersen "vehdina"yı da ilâve edersin.... Secdeden kalkıp oturduğun zaman!.

Bunu söyledikten sonra, bu "secde"den hâsıl olan mânâyı farketmeyi takdir ettiği için, şükür olarak ikinci defa secdeye gider; üç defa daha "Subhane rabbiyel âlâ" veya "subhanallahi ve bihamdihi" dersin.

Böylece namazın o rekatı, bu şükür secdesi ile tamamlanmış olur!.

Birinci "secde" yokluk; ikinci "secde" yokluğun müşahedesini ihsan eden "Allah"a şükür secdesidir.

Kıyamın, yani ayakta Kur`ân okuma sürecinin; ve rükunun sonrasında "secde"nin iki olmasının sebebi, birinci secde ile rekatı tamamladıktan sonra, bunu tamamlamayı ihsan eden "Allah"a şükürdür.

Anlayabileceğimiz kadarıyla işte bu havas'ın namazıdır.

·           

Namaz, ayakta dururken okunan sûreyle, âyetle başlar, secde ile tamamlanır.

Secde için Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm diyor ki:

“Secde, kulun Allah`a en yakîn olduğu hâl`dir.”

O anda Allah ile kulu arasındaki perde kalkar!. Ve secdede edilen duayı Cenâb-ı Hak geri çevirmez!.

Secde nedir?.

Secde” kelimesinin anlamını fizik hareket değil, işaret ettiği anlam bakımından ele alma mecburiyeti vardır!.

Secde, kişinin, kendi varlığının, benliğinin var olmayıp; gerçekte var olan Tek varlığın Allah olduğunu idrak etmesi, hissetmesi hali`dir...

Secde`nin mânâsı; nasıl normal bir insan, ayakta dururken tüm varlığı ile varsa... Buna karşın Secdede de tam bir “yok olmak” hâli var!. Vücudu ortadan kalkıyor, kapanıyor...işte fizikman yok olma gibi... Secdenin “sırrî” mânâsı da, kişinin kendi varlığının var olmadığını, idrak etmesidir.

Ne anlıyorsun o anda?.

Secdedesin ve secde halinde iken bu halinle sen diyorsun ki;

“Ey Rabbim!. Var olan gerçek varlık sen imişsin, meğer ben yokmuşum!.”

Tabii bunu diyebilmek için, Allah`ın “Ahadiyet”ini, “vahidiyet”ini, “vahdet” ve “vahdaniyet”ini anlamış olmak lazım...

Yani kısacası, Allah`ın TEK`liğini kavramış olmak lazım!.

Bahsettiğim konular, “ALLAH” kitabında açıklamaya çalıştığımız “İhlas Sûresi`nin mânâsının bize açılması, onu hissetmemizden sonra yaşanacak bir olay!.

İşte, secdeye vardığın anda, “varlığımda var olan mutlak gerçek varlık Sensin” idrakı içinde, kendi varlığın yok oluyor!. Ve o anda Sen`den meydana gelen dua, Allah`ın isteği olarak ortaya çıkıyor!. Allah`ın ol dediği de olur elbette!.

İşte, bu “secde hâli”ne en yakın bir hâl “Kadir” hâlidir!.

Secde hâli, hakiki mânâsı ile, herkeste kolay kolay oluşmaz!. Çok uzun çalışmalara bağlı... Yani, kişinin varlığındaki bir takım şeylerden, hatta tüm varlığından arınmasına bağlı, secdenin tam tahakkuk edebilmesi!.

Her namaz kılan “secde” edemez!. Bu kişinin özel gayretine ve çalışmasına bağlıdır

Secde hâli, kulun ALLAH`a en yakın olduğu hâldir” buyuruluyor...

“Secde” nedir ki “ALLAH”a en yakın hâl oluyor?

“Secde”de kul ile Allah arasında perde yoktur!. Deniyor…

Nerede deniyor?

“Secde” de!.

Kimde? Secde edende!.

Kıyamet günü, mahşer yerinde “Allah’a secde edin”, denecek...

Bir kısmı secde edecek, birçokları da secde etmek isteyecek fakat başaramayıp tahta gibi öne, ya da yana devrilecek!. Beli dümdüz olup âdeta betonlaşacak!.

Bir türlü secdeye gidemeyecek!.

Dünyada, istemedikleri için secde etmeyenler var...

Secde etmek istedikleri halde, secde edemeyenler var!.

Bir de şu anda namaz kılan, ama secde etmeyenler(!) var!.

Secde” etmek ne demektir?

Kişinin varlığının Allah önünde yok olması demektir..

Secde, fenâfillah’tır

“Allah”a secde etmek, O mutlak varlık yanısıra, ne senin ne de bir başka varlığın, vücudunun “var” olmadığını idrâk etmek, müşahede etmektir!.

Ben yokum, sadece ALLAH var!” demektir.

Veya bir diğer anlamıyla, “var olan yegâne varlık Vahidül Ahad olan Allah”, demektir, “secde”nin mânâsı...

“Sadece bedenimle değil, şuurum, ruhum ve varlığımla sana secde ediyorum” demek için secdeye erdiğin anda, secde halindeyken, “var olan yegâne varlık, Vahidül Ahad olan Allah”tır!. “O”nun dışında “biz” yokuz... diye düşünebilmek lazım.

“Biz” derken burada neye atıf yaptık?

İyyake na’budu” ya!.

Bu “secde”yi yapabildiysen, ondan sonra kalkar oturursun, oturduğun zaman Hz. Rasûlullah gibi:

Va’fuanna, vağfirlena, verhamna” dersin; ve ayrıca istersen “vehdina”yı da ilave edersin.... Secdeden kalkıp oturduğun zaman!.

Bunu söyledikten sonra, bu “secde”den hâsıl olan mânâyı farketmeyi takdir ettiği için, şükür olarak ikinci defa secdeye gider; üç defa daha “Subhane rabbiyel âlâ” veya “subhanallahi ve bihamdihi” dersin.

Böylece namazın o rekatı, bu şükür secdesi ile tamamlanmış olur!.

Birinci “secde” yokluk; ikinci “secde” yokluğun müşahedesini ihsan eden “Allah”a şükür secdesidir.

Secde, ancak Fâtiha'nın "oku"nmasıyla mümkündür!.

Kıyamın, yani ayakta Kur`ân okuma sürecinin; ve rükûnun sonrasında “secde”nin iki olmasının sebebi, birinci secde ile rekatı tamamladıktan sonra, bunu tamamlamayı ihsan eden “Allah”a şükürdür.

Anlayabileceğimiz kadarıyla işte bu havas’ın namazıdır.

Haşyet, Allah ismi ile işaret edilen varlığın sonsuz azâmet ve kibriyâsı önünde bir hiç olduğunu hissetme hâlidir.

İşte bu, hiç olduğunu hissetme hâlinin adı, “Haşyet!.”  Yaşamı da, “Secde” dir.

Hakiki secde, “tahkiki secde”  budur.

“Taklidi secde” ise, işte benim yere yatıp alnımı toprağa koymamdır.

Biz toprağa bile koymayız. Öyle büyüğüz ki, halının üstünde seccade arıyoruz.

Allah Rasûlü, yağmurda çamurda, toprağa secde ediyormuş.

Biz, halının üstünde, halılar yetmiyorsa bir de seccade arıyoruz.

 “Namaz”daki “haşyet”e gelince...

Basiret sahibi bir kişinin “haşyet” halini hissetmesi için “ALLAHU EKBER” sözcüğünün mânâsını tefekkür etmesi yeterlidir!.

Resme bakmak  başka  şeydir,resmi görüp resmi okumak başka şeydir.

Ben şurada karşıma bir resim asmışım.Bu resim,samanyolu Galaksi’sini gösteriyor.Ben  bu resme bakıyorum,”Samanyolu Galaksisi” diyorum...Ortası biraz  sarı- hiç bir şey belirgin değil,kenarlara doğru parlak noktalar var falan...ben resmi görmüyorum,şu an  resme  bakıyorum!

Ben  ne zaman resmi görmeye başlarım?.Bu galakside bir yığın yıldızlar var ve bu yıldızların içinde bir nokta sadece Güneş, bu kadar büyük bu galaksinin içinde koskoca dev  dünyamızın tâbi olduğu Güneş adını verdiğimiz-orada bir nokta olursa ya bu galaksinin içinde dünyanın yeri ne?benim yerim ne ? diye düşünmeye başlarsam ,işte resme BAKMAK durumundan çıkıp resmi GÖRMEYE başlamış olurum!

“Bu galaksinin içinde benim yerim ne?” diye düşünmeye başladığım zaman,işte o resmi okumağa başlamışımdır.Okumam biraz daha sürerse , bu galaksi gibi sayısız galaksileri yaratan güç yanında    bu galaksi ve bu galaksileri yaratan “Allah” diye isimlenmiş olan - bütün bu galaksileri yaratmış olan yanında bu galaksinin yeri ne-benim yerim ne?” diye düşünmeğe başlar da beynimin durduğunu ve hiçbir şey düşünemez hale geldiğimi-hiçliğimi hissedersem; işte o  resmi oraya asmaktan gaye yerine gelmiş ben resme önce BAKMIŞ-sonra GÖRMÜŞ-sonra OKUMUŞ ve bunun neticesi olan  HAŞYET DUYGUSUNU HİSSETMİŞ   ve de SECDE denilen hali yaşamış olurum!

İşte bu karşımdaki resim beni secde ettirmiştir ,Âlemlerin Rabbı’na-Rabbül Alemin’e!

Ben  olaya böyle bakarken bir başkası da “Hadi ezan okunudu,gel namaz kılalım “der,iki takla-bir bakla tavuk yem yer  gibi iki secde,”namazımı kıldım-secdemi ettim,Elhamdüllillah” der!

O , yaradılış gereği programının gereğini öylece yerine getirmiştir!

Buradaki programın gereği de böyle  bakıp değerlendirmektir!

Ama bu “şuur boyutunun secdesi”dir,öteki “beden boyutunun secdesi”dir!

Bu ikisi  birbirinden ayrı şeylerdir,hiçbirisi birbirinin yerini tutmaz.   Ne tavuk yem yer gibi secde etmek    ,”secde”nin yerini tutar,ne de bu secde onun yerini tutar. Biri “şuur boyutunun secdesi”dir,diğeri “toprak boyutunun secdesi”dir!

 

 

 

"İBLİS"İN SECDE ETMEYİŞİ...

(Şeytan-Vehim-Birimsel, izâfi benlik bilincin secde etmeyişi)

 

  • "Hakikat"e vâkıf olamayan birimsel benlik bilincinin  "insan"ı, özellikle zâhiri yapısı olan bedeni itibariyle değerlendirerek gerçeği örtmesi...

  • İzâfi benlik bilincinin kendi kapasitesinin dışında kalan özellikleri itibariyle Âdem`i değerlendirememesi… Kibirlenip kendini büyük görmesi…

  • Âdem’in bütün varlığının, ilâhi mertebelerin sonucu ve de isimlerin bir formülle oluşmuş bileşimi olarak meydana geldiğini müşahede edememesi…

  • Birimsel benlik bilincinin İnsanın madde bedenini yönlendiren beyninin, ilâhi isimlerin hepsini açığa çıkartabilecek bir kâbiliyet ve kapasitede var oluşunu değerlendiremeyişinin neticesinde, "insan"ı ve ondaki "Halife" olma özelliğini inkâr etmesi…

 

 "Melekler secde etti, fakat iblis secde etmedi, o kibirlendi, kendini daha büyük gördü"! (2/34)

İblis, her ne kadar, yapısının hammaddesi diyebileceğimiz bir biçimde, özü itibariyle bir kısım melekî güce sahip ise de, esas itibariyle "cin" sınıfındandır...

Abdullah ibni Abbas ve Said ibni Cübeyr, cinlerin, meleklerin ateşten yaratılmış bir kolu olduğunu söylüyor.

İbni Abbas`a göre; İblis, Cennet muhafızı ve cinlerin başı, aynı zamanda da yakın gök ve dünyanın sultanı idi.

Yâni, "insansı"lar devrinde ve öncesinde, yer yüzünde ve dünya semâsında yâni maddeye dönük fikirler ve değerler dünyasında, bugünkü tâbiriyle tüm Güneş Sistemi içerisinde yaşayan varlıklar cinlerdi. “İblis” lâkaplı cin ise bütün bunların hepsinin başıydı.

"İblis" kelime olarak; Allah`ın rahmetinden umudu kesilen, Rahmete ermesinden umud kesilen, Allah`dan uzak düşmüş mânâsına geldiği gibi; "iltibasa düşen", yâni, "ikileme düşen" anlamını da veriyor.

İblis`in melek değil cin olduğu ise, Kehf Sûresi’nde şöyle vurgulanıyor.

"İBLİS secde etmedi çünkü o CİN`dendi." (Kehf-50)

Burada kısaca şu açıklamayı tekrarlamak istiyorum:

Kâinatta ne tür varlık varsa hepsinin de aslı "melek"tir!

"Cin" denilen "nârî" yapı, gerçekte, "nur" denilen yapının, belli bir esmâ terkibi sonucunda yoğunlaşmak suretiyle, bir üst boyutta yeni bir tür olarak oluşmuş hâlidir.

"Madde" ise direkt olarak, "nur"un çok daha yoğunlaşmasıyla meydana gelmiştir!

"İnsan" gelecekte önce "berzah" denilen "nârî" boyutta yer alacak; takdirinde olanlar da mutlak kıyâmet sonrasında bu boyuttan "nûrî" boyuta, yâni "cennet" boyutuna, "nûrî" bir bedenle, "melek"leşmiş bir halde geçeceklerdir!

"Nârî" yapıdan yaratılmış olmaları sebebiyle yapıları ve benlikleri bize göre çok güçlü olan cin"lerin âlimleri ve bu arada İblis lâkabı verilen şeytan, biliyordu ki, varlıkta bir "TANRI" kavramı yok, sadece her boyutta dilediği gibi zâhir olan ALLAH var!

Dolayısıyla da kendisini "HAK" olarak görüyor; tam anlamıyla Firavun`luğunu yaşıyordu elindeki tüm olanaklar ve kuvvetlerle!

Ancak kendilerinde bir kısım esmânın zâhir olmaması, terkiplerinde bir kısım esmânın zâhire çıkmaması dolayısıyla, özellikle "Tevhid, Vahdet kemâlâtı ve bunun sonucu olan Kader ilmi" konularında kesinlikle yetersiz olduklarını; ve bundan dolayı da cinlerin çok çok büyük bir kısmının müşrik olduğunu, Allah`a şirk koşanlardan olduğunu belirtmiştik "AKIL ve İMAN" ile "RUH İNSAN CİN" isimli kitaplarımızda.

Nitekim, bu Âyet-i Kerime`de, İblis`in secde etmediği, "kâfir" olduğu, yâni, "gerçeği örten"lerden olduğu anlatılıyor...

Biraz önce de bahsettiğim gibi, her insan karşısındakini olduğu gibi değil, ancak kendi kapasitesi kadar değerlendirebilir.

Her insan böyle olduğu gibi, her varlık da, bu ister cin, ister melek veya insan olsun böyledir ve bu asla değişmez... Zaten kâinatta bütün varlıklar üç bölümde tanıtılmıştır: "Melek-cin-insan"...

Hangi sınıftan olursa olsun, her birim, karşısındakini, ancak kendi kapasitesi kadar değerlendirebilir... Kendi kapasitesini aşan bir değerlendirmeyi yapabilmesi mümkün değildir... Kendi kapasitesindeki genişleme oranında, karşısındakini değerlendirişi de değişir...

Dolayısıyla, cinler de, cinlerin başı olan iblis de kendi kapasitesinin dışında kalan özellikleri itibariyle Âdem`i değerlendirememiş; O`nun bütün varlığının, ilâhi mertebelerin sonucu ve de isimlerin bir formülle oluşmuş bileşimi olarak meydana geldiğini müşahede edememiş..

Yâni, olayın içyüzündeki Hakikata vâkıf olamamış, "insan"ı, özellikle zâhiri yapısı olan bedeni itibariyle değerlendirmek sûreti şu kanaate varmıştır:

"O topraktan meydana gelmiştir, bense ışından! Muhakkak ki ışınlar maddenin üstünde hükmedicidir, maddeye tesir edicidir. Öyleyse ben O`na secde etmem"! Yâni, üstünlüğünü kabul etmem!

İblis`in, insanın maddeden, topraktan meydana gelmesi, kendi yapısının ışınsal bir yapı olması sûretiyle onu rahatlıkla etkileyebilmesi yönündeki görüş, her ne kadar haklı ise de...

İnsanın bu madde bedenini yönlendiren beyninin, ilâhi isimlerin hepsini açığa çıkartabilecek bir kâbiliyet ve kapasitede var oluşunu değerlendiremeyişinin neticesinde de, "insan"ı ve ondaki "Halife" olma özelliğini inkâr etmiştir!

Bütün bu idrâk edemediklerini inkâr sonucunda da "insan"ın Öz`ündeki, Zât`ındaki, varlığındaki ilâhî mertebeleri müşahede edememek sûretiyle "Allah"tan uzağa düşmüştür!

 

 

 KURÂN'I BIRAKIP NEREYE GİDİYORSUNUZ?

{O, âlemler(İnsanlar) için yalnızca bir Zikir'dir (HATIRLATMADIR!)-Tekvir/26}!

 
 

 

NAMAZ->"SALÂT"

{Rabbine yöneliş-Nübüvvet işleviyle bildirilen "Sistem"(Rahmet)}

 

 

 
   

KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ

2012 ® RADYO YANSIMALAR web sitesi. 24 saat yayın

www.allahvesistemi.org